Quantcast
Channel: Nurdan'ın Yeri
Viewing all 189 articles
Browse latest View live

A Retro Woman / O Bir Küçük Hanfendü

$
0
0



I've always found adorable 50's and 60's women' fashions!

So,

This delicate lady, came to life to describe my admiration for the elegance of women of that period!
It's pattern is given below!


I hope you like her too!

PS: This piece is going to use within a bag, if I find a proper tailor around!
The smaller lady of  this pattern will be the fob of the bag 
(She's yet to stitched)


Have a fruitful new week!

*-*-*-*-*


Merhaba Sevgili Dostlar,

Bu retro hanımefendiyi kısa bir zaman diliminde işleyip bitirdim.
50 ve 60 lı yılların ortalarına kadar olan dönemin; kabarık etekleri, kolları giyilmeyen tek düğme iliklenip kullanılan hırkaları, eldivenleri,topuz saçları ve yüksek ökçe ayakkabıları görsel olarak bana hep çok cazip geliyor. O zamanın kadınları pek bi zarifmiş gerçekten. Onların zerafetini kumaşa taşıyor olmaktan da çok mutluyum açıkçası.

Bu çerçevede dönem kostümleri içindeki kadınlar serisine bir tane daha katmış bulunuyorum böylece...

Aşağıda bu desenin şablonunu bulacaksınız. Göreceğiniz gibi şablonda iki hanım var. Onlardan küçük desen; "iyi bir terzi bulur da yaptırırsam, çanta olarak değerlendirilecek bu hanıma"çantanın Fob'u olarak katılacak.
 (Fob genelde makaslara takılan ve süs olarak kulanılan küçük yastıkçıklar - süsler demek)

Niyetim onu da işleyip hazırlamaktı ama şimdilik üşendim. Çanta yapımı sırasında yaparım.
Bitince göstereceğim buradan elbette!

Mutlu, huzurlu, sağlıklı ve barış dolu güzel bir hafta dilerim.

Sevgilerimle









Bags with Cross Stitch Pieces / Kanaviçe Uygulamalı Çanta Örnekleri











Blessing / Melekler Korusun

$
0
0














Hello Dear Friends,

How are you doing? I hope you'll are doing fine in such hot Summer days!
♥♥♥


Well, when I saw this pattern (it is an old lace pattern in fact, and  designed by Chez P.Marielle) 
I decided to  stitch it for Nursun as her "Sister's Day" gift ! 
It will turn out a ....... (giggling) it will a surprise and promise to show you as soon as it'll be ready!
*-*


I confess that, it is pretty difficult to keep stitching in such  hot and busy period!
But thank God, there are some other  stitching activities such as  Prairie Schooler SAL with Kaisievich organized by Kaye , give me a lot more motivation than it should be! 

So, out of my SAL event, I've attended PS SAL and I am about to start stitching a Prairie Schooler pattern too! As you may heard that,  by the beginning of February 2016Prairie Schooler is going to be closing down! It is a sad news, but (happily) there are a number of PS patterns still wait me to stitch! 
*-*

At the end of this post,

 I'd like to say "A happy and prosperous new week" with pillows which Daniela made with Swan Mills Sampler!

God bless us, everyone!

*-*-*-*-*-*

Merhaba Sevgili Dostlar,

Geçmekte olduğumuz ve daha ne kadar süreceği meçhul olan bu sıcak dönem ( manen ve madden) içimizdeki korku ve kaygı hislerini beslemek için her türlü koşulu içinde barındırıyor. 

Zaman zaman bunaltan bu koşullara dayanmak ciddi bir çaba gerektiriyor aslında. Bu koşullarda kendimi motive edecek küçük kapılar açmam gerek, yoksa gündemin içinde boğulup gitmekten korkarım. 

Bu defa da bir küçük kapıyı, bu küçük işle araladım; bolca dua ve dilekle beraber. ..

Ellerinde taç taşıyan bu melekler  Chez P.Marielle' a ait bir dantel şablonundan etamine uyarlamam.
Renk seçimi bana ait ve bitince Nursun' a hediye olacak (İşlemesi bitti, dikişleri kaldı)

Hediyesini ona vermeden size de gösteririm. 

Hem onu hem bizleri hem de vatan çocuklarını "Melekler Korusun" başka ailelerin ocaklarına ateş düşmesin; vatanımda birlik, dirlik ve barış her daim var olsun. 

*-*-*-*-*

Bu arada, desenlerini zaman zaman çok da severek işlediğim Prairie Schooler 2016 yılının başlarında işleri tasviye kararı aldı. Dünyada hayran kitlesi çok olan PS için, Avustralya'dan Kaye,
Kitten Stitching bir etkinlik başlattı ve ilk kez böyle bir etkinliğe ben de katıldım. 
Kendi etkinliğimin yanısıra bir PS şablonu belirledim ve bir sonraki işim o olacak. O işimi de bu etkinlik için açılmış olan özel blogda yayınlayacağım. Şimdiden etkinlik yayınları başladı bile......


Huzurlu, bereketli ve güzelliklerle dolu bir hafta dileklerimle.

Yayını Daniela ile bitireyim...


Daniela's SAL Mission Completed with Pillows
Daniela SAL etkinliğine 2 adet yastık ile nokta koydu...






Santa&Deer and Other Things / Geyikli Santa ve Diğer Şeyler

$
0
0

Santa and Reindeer
Santas and Snowmen Book #151 by The Prairie Schooler!
*-*


Santa ve Geyiği "The Prairie Schooler" dan 


I am displaying my cushions like this!
*-*
Yastıkçıklarımı bu yıl böyle sergiliyorum...

  I've re-sewn my music box's beads - I think, it looks much better now! 
*-*
Bu müzik kutusunu hatırladınız mı? Hani boncukları yamuk yumuk olan! Boncuklarını olabildiğince düzelttim; nasıl daha iyi görünüyor mu şimdi?


It' s another free Christmas Silhouette Pattern for you! 
( Christmas Shopping of a Lady)
*-*
Bu haftanın tasarımı da aşağıda.
"Bir Hanımefendinin Yılbaşı Alışveriş Macerası"
Edvardiyan dönemi siluet çalışmam oluyor kendileri....


From the middle of this week, I am sending my warm regards to you all!

♥Happy stitching♥


Hikayenin arası fazla açılmasın diye, çabuk hazırlanmış bir yayın olacak bu. Sözü de çok uzatmayacağım.

Hepinize haftanın orta yerinden sevgilerimi gönderiyorum.
♥Gününüz ve haftanız bereketli olsun ♥




Herşey Aslına Geri Döner ( Devam)


Babam her gün arabayı bıraktığı yerde durdu ve  Bal’ ın yularını yakındaki bir ağacın dalına taktı. Sonra elimden tutup ‘Hadi bakalım gidiyoruz’ dedi. Arabada sımsıkı kucakladığım çıkını, yürürken başına birşey gelmesin diye de benden almıştı.  Köyümüzdeki tüm çocuklar gibi, bizimde yanına yaklaşmamızın yasak olduğu şelaleye doğru yürümeye başladık. 

Yürüyüşe başladıktan yaklaşık onbeş dakika sonra, uzaktan, suyun kayaları şiddetle döven sesi duyulmaya başlamıştı.  Bizim şelalenin metrelerce yükseklikten aşağıdaki kayalara dökülen sularının sesi ta uzaklardan duyulur. Ayrıca etrafa sıçrayan damlacıklar metrelerce ötedeki herşeyi ıslatır ve verdiği serinlik uzaklardan bile hissedilir. Bir defasında, bir iki yıl kadar önce, babamdan gizli olarak, sesini duyacak kadar yakınına gitmiştim şelalenin. İlk kez yapmamam gerektiği söylenen bir şeyi yapıyordum. Üstelik heyecan ve meraktan da ölüyordum. Sahi şelaleye gitmek neden yasaktı ki? 

Bu hislerle gitmeye çalıştığım şelaleyi dahi göremeden, nemli yamaçdan aşağıya yuvarlanmış, suya doğru hızla kayarken, küçük bir dal parçasına son dakikada tutunabilmiştim. Hem korkmuş hem de canım yanmış halde döndüğümde; üzerimin neden çamurlandığını, dizlerimin neden paralandığını anlatamadığım için, 1 hafta ceza da yemiştim üstelik. Bu düşüş uzun zaman kabus olup rüyalarıma girdi. 

Gerçekten de çocuklar yasak şeyleri yapmak için merakla karışık garip bir dürtü hissederler. Sanırım korkular, yaşla beraber büyüyor insanda. Ya da korkularımızı, etrafımızdaki insanlar ve başımıza gelenler besliyor ve büyütüyor. İşte tam bu nedenlerden içimden yükselen " Ya yine ayağım kayar da düşersem" korkusu ile babamın eline sıkıca yapışmıştım. 

Şelale göründüğünde, üzerinde yürüdüğümüz patikanın da üç kola ayrıldığını gördüm. Biz sol tarafa giden yan patikalardan birine saptık. Şimdi şelaleden bambaşka bir yöne doğru yürüyorduk. "Babacığım, yanlış yola girdik galiba" dedim.  " Hayır doğru yoldayız, yürümeye devam et" .

 Biraz ilerledikten sonra yolun büyük bir kaya kütlesinin önünde bittiğini farketim. Kayaların altında da iri çalılar vardı. "Ama babacığım bak yol bitti, sana söylemiştim burası yanlış yol".

Babam hiçbir şey söylemeden dosdoğru çalılara ilerledi. Ben de arkasından... Çalılara iyice yakınlaştığımızda; aslında onların yanyana değil, birbiri ardına sıralandığını ve patikanın devam ettiğini gördüğümde çok şaşırdım. Birkaç metre geriden bakıldığında tamamen geçit vermez gibi görünen çalıların, özellikle öyle dikildiği ve yolu meraklı gözlerden sakladığı çok açıktı.

Nihayetinde kaya yığını arasından geçerek bir düzlüğe çıktık.  Patika şimdi bir kavis çizerek tekrar şelaleye doğru uzanıyordu. Birkaç dakika yürüdükten sonra aşağıya büyük hızla dökülen sulardan dolayı görünmeyen mağara benzeri bir oyuğa vardık.  Az ilerden dökülen sular bu oyuğu ıslatmıyor, suyun içinden geçerken kırılan ışık huzmeleri de duvarlarda rengarenk kıpırtılar ve ışık oyunları yapıyordu.  Odada yankılanan müziğe benzer uğultuyla, oynaşan ışıklardan dolayı adeta büyülenmiştim. Burası gerçek olamayacak kadar güzeldi. Kendimi periler diyarının giriş kapısında bulmuşum gibi hissettim. Eğer Pamuk Nine bizi beklemiyor olsa, saatlerce seyredeceğim görüntüleri geride bırakarak  yola devam ettik. Az ilerde biraz tırmanan yol, bizi metrelerce yükseklikteki blok  kayalar nedeniyle hiç görünmeyen yemyeşil bir vadiye getirdi. 

Vadinin bitki dokusunun, ormanın dokusundan farklı olduğu, daha ilk görüşte anlaşılıyordu.. Kayalar rüzgar girişine engel olduğu için etrafta pek çok çiçek ve küçük bitkinin büyümesi mümkün olmuştu. Ağaçlar kışın güçlü rüzgarlarına maruz kalmadıklarından olsa gerek gökyüzüne doğru neredeyse dümdüz uzamışlardı. Çok yaşlı olduklarını belli olan üç büyük meşe ağacı hafif meyilli bir tepeciğin üzerinde, dallarını metrelerce uzatmış, kırmızı kiremitli, tek katlı küçük bir evin koruyucuları gibi mağrur bekleşmekteydi.  Karşımda duran küçük ev, kırmızı kiremitleri, açık mavi panjurları, beyaz duvarları ve  rengarenk çiçeklerle bezenmiş verandasıyla adeta bir masal evi gibiydi. İçimden dalga dalga bir sevinç yükseldi. Babam olmasa, kollarımı açar; ilerdeki küçük eve doğru öylece koşardım...

Daha eve yaklaşırken hissettiğim çiçek kokularından neredeyse sarhoş olacaktım.  Babamla birbirimize baktık. Kokular, eve yaklaştıkça daha da artmıştı. Babam "Çok garip, bu yaşıma geldim, böylesine insanı adeta esir alan çiçek kokuları ile ilk defa karşılaşıyorum" dedi. 


Verandadaki masaya, sallanan ahşap bir sandalye ve evin duvarını boydan boya geçen oturma bankları eşlik ediyordu. Masanın üzerinde bembeyaz bir örtü,  çay fincanları, küçük renkli kurabiyeler  hemen gözüme çarptı. Tüm bunlar belli ki bizim için hazırlanmıştı.

Biz  kokuların sihrine kapılmış halde verandaya varmıştık ki uzaktan baston tıkırtıları duyulmaya başladı. Biraz sonra da kapı açıldı. Elinde içi çiçek dolu bir vazoyla Pamuk Nine kapıda belirivermişti işte...


(Devam Edecek)

*-*

Reindeer Versus Red / Geyik ile Kırmızı Karşılaştığında...

$
0
0


 It is a Kirsten Schmidt Pattern!
Published on http://kissyeross.twoday.net/  in 2012







Yaprak düzeltildikten sonra....

*-*
Bir Kirsten Schmidt Tasarımı
2012 yılında http://kissyeross.twoday.net/ adresinde yayınlandı.
(Bu fotografı çektikten sonra sol taraftaki çam dalını yeniden işledim. Burada eksik hali ile görülüyor)


This work will be a pillow like as shown above. 
I don't wanna wait its completion to share! 
I suppose, it will be ready by this weekend!
*-*
Vaktim olduğunda fotograftakini andıran bir yastık olacak
.Büyük olasılıkla bu haftasonu biter; bir sonraki yayında bitmiş halini de paylaşırım.

My Teeny-Weeny ornaments / Mini minnacık Ağaç Süslerim

Last week, I've decided to make such teeny-weeny ornaments to hang our small tree!
A dozen of them have stitched already; last two are ready to complete! 
Wanna show, how they look on the tree :)
*-*
Geçen günler içinde, kafama koyduğum ağaç süslerinden yaptım. Çok kısa sürede bir düzine olan  
 (gecede 3-4 adet olmak üzere) yaptığım işlemeler, kırmızı ağırlıklı küçük ağacımızda çoktan yerlerini aldılar. Aşağıda nasıl olduklarına dair ipuçları var.







PS: It was a rainy week, and therefore photos's quality is really poor!  
Havanın koyu ve karanlık olması nedeniyle, resim kalitesi çok iyi değil maalesef!

REINDEER'S PATTERN!

I took my reindeers from above old pattern!

Geyiklerim bu eski şablondan, kar tanesi formu verdiklerim benim uyduruklarım...

*-*
This Week's Free pattern / Bu Haftanın Şablonu

Bu yeşilli hanımefendi de, 1950'lere ait retro bir kartpostaldan uyarlanmıştır.


♥Happy Stitching♥ 
*-*

Son yayından bu yana yapıp kotardıklarım bunlar..
Bakalım bizim evde gerçekleşen  geyik ve  kırmızı buluşmasını sevecek misiniz??

♥Sevgiyle♥



HERŞEY ASLINA GERİ DÖNER (devam)

Pamuk Nine, konuklarını, yüzünde büyük bir tebessümle "Hoşgeldiniz evlatlarım" diye karşılarken; baba ve kızı, bu karşılaşmanın ne denli önemli olduğunu, o an için elbette bilemezlerdi.

*-*

Köyün yakınındaki büyük kasabanın aksiliği ve kötülüğüyle tanınan tüccarı, her zamanki huysuzluğuyla uyandı. Alışılanın aksine, oldukça kötü uyumuştu. Ağzındaki acı tat, bir önceki gece fazlaca içtiği içki ve sigaradan olmalıydı. Daha gözlerini açmadan o güne başlamaktan nefret etti. Gerçi çocukluğundan bu yana daha hiç bir gün sevinç hisleriyle uyanmamıştı ki... 

*-*

Yoksul bir evin en büyük çocuğuydu o. Alkolik bir baba ve her gün dayak yemekten bıkmış bütün hırsını kendisinden ve kardeşlerinden çıkaran bir annenin elinde büyümüştü. Kendini bildiği günden evde kavga ve dayak eksik olmaz, kursaklarına gidecek bir dilim ekmeği bile zor bulurlardı. Annesi günlerden bir gün açlığa ve dayağa daha fazla dayanamadığını söyleyerek, karşı evdeki genç adamla yoklara karıştı. Bir daha da onlardan haber alınamadı.

Evin büyük çocuğu olduğu için, işsiz alkolik babasının yerine eve para getirme görevi küçük omuzlarına kalmış, bulduğu her işte çalışır olmuştu. Yapmadığı iş kalmadı. Boyacılık, hammallık, seyislik... Daha çok küçük olduğu için bütün bu ağır işler bakımsız bedenini çok yıpratmıştı. İşler ağır olmasına ağırdı da bir de kışın soğuğunda, yazın sıcağında dışarda çalışmak olmasa... Doğru dürüst giyecek bir şeyi olmadığı için kışın soğuktan donar, yazın da güneşin altında derisi kösele gibi olana kadar yanardı.

Bütün bu şartlara rağmen, kazandığı bir iki kuruş babasının içki parasına ancak yeter, genelede aç yatarlardı. Birgün babası, sakladığı parayı bulmuştu da öyle bir dayak atmıştı ki, yüzünde ölene kadar kalacak derin izler kalmıştı ona. O izler ki aynaya her bakışında insanlara olan nefretini hatırlatıyordu.

İki küçük kardeşi bakımsızlıktan öldüler sonunda. Yüreği öyle katılaşmıştı ki ölümlerine adeta sevindi. Böylece bakacak boğazlar eksilmişti.

Doğup büyüdüğü kasabanın en zengini bir kuyumcuydu. Bu kuyumcu, cimriliğiyle tanınan yaşlı bir adamdı. Birkaç aileyi geçindirecek kadar kazanmasına rağmen, kazandıklarını hiç yemez, yoksul bir insan gibi yaşardı. Zayıflıktan bir deri bir kemik kalmış; beli bükülmüş yaşlı bir karısı vardı. Çok istemelerine rağmen hiç çocukları olmamıştı ve bu nedenle her daim, evlerine çıt sesinin dahi yankılandığı derin bir sessizlik hakimdi. Sessizliğin içinde parmak uçlarında yürümeye alışmış kadın adeta kedi gibi süzülür, varlığıyla yokluğu hiç belli olmazdı.

Kuyumcu yaşlanmasına yaşlanmıştı ama parasına kıyıp işlerini gördürecek bir çırak almamak için epey direnmişti. Ta ki birgün hastalanıp dükkanını iki hafta boyunca açamayıncaya kadar... Bu iki hafta içinde eve hç para girmemiş; hastalığının son günlerinde her zamank kısıtlı olarak bulundurdukları erzak da bitince, evde ve işte genç bir insanın varlığının şart olduğuna karar vermişlerdi.

Kuyumcu ayağa kalkar kalkmaz kendine en ucuzundan bir çırak aramaya başlamış, bir tanıdığının tavsiyesiyle  gelen küçük çocuğu yanına almaya karar vermişti. Hem az para verecek hem de bütün işlerini gördürecekti. Doğrusu bu çocuğu seçmesindeki esas neden onun gözlerinde gördüğü nefret olmuştu. O yaşta bir çocuğun böylesine nefret dolu olması inanılmaz gibi geliyordu insana. "İnsanlara bu kadar nefret duyması iyi. Hiç olmazsa, arkadaşı olmaz, vaktinin tamamını çalışmaya ayırır" düşünceleri geçmişti aklından.

Gerçekten de hiçbir arkadaşı olmayan, neredeyse hiç konuşmayan bu çocuk; kendisine hangi iş verilirse verilsin kısa sürede herşeyi öğrenmiş, tüm sıkıntı, yorgunluk ve eziyete rağmen de hiç şikayetçi olmamıştı. Üstelik kuş kadar yiyor, işi bitince de yatıyordu...

Babası olduğunu söyleyen bir sarhoş kuyumcuya gelmişti bir defasında. Küçük çocuk kuyumcunun yanında konuşmak istememiş, adamı dükkandan çıkarmıştı. Dışarı çıkar çıkmaz, o yaştaki bir çocuktan umulmayacak bir kuvvetle adama vurmuş ha vurmuştu. Sonra da hiçbirşey olmamış gibi işinin başına geçmişti.

Sarhoş uzun bir zaman kımıldamadan yatmıştı da öldü zannetmişlerdi. Sonra da sürüne sürüne gitmişti. Onu bir daha oralarda gören de olmamıştı...Aradan bir zaman geçmiş; küçük çırak her geçen gün daha fazla gelişme göstermiş, umulandan çok daha kısa sürede usta haline dönüşmüştü. Parmaklarındaki incelik ve yetenek; başta kuyumcu olmak üzere herkesi çok şaşırtmaktaydı.  

Günler ayları kovaladı, Hastalıklı bir bünyesi olan kuyumcu, bir sabah masasının başında  yığılıp kaldı. Doktor geldiğinde artık yaşamıyordu. Zayıf bünyasi ve kalbi, daha fazla dayanamanıştı. Yaşarken huysuz, geçimsiz olması ve üstüne cimriliği nedeniyle; ertesi gün sade bir törenle yapılan cenazesine, kasabadan hemen hiç kimse katılmamıştı  

Koyu ve yağmurlu bir gündü. Cenaze töreninden eve döndüklerinde kuyumcunun gözü yaşlı karısı, ağlamaktan bitap bir şekilde yatmış bir daha uyanmamıştı. Neden öldüğü belli değildi, Ard arda yaşanan bu beklenmeyen ölümleri, eve aldıkları çırağın uğursuzluğuna bağlayan kasaba halkı;hayatı yeterince zor olan içe kapanık bu çocuğu hemen ve tamamen dışlamaya başladılar. 

Çocuk, kadını da kocasının yanına gömdürdü. Cenazede sadece mezar kazıcısıyla kendisi vardı. Kısacık hayatında; anne  baba sevgisi görmeden büyümeye çalışırken; ona hamilik yapan iki insanı da beklenmedik kadar kısa sürede ve ard arda kaybeden çocuk; insanları giderek daha az sevmeye adeta mahkum olmuştu. Onca yük bir anda omuzlarına yığılan çocuk, mezarlıktan dönerken düşünceler kafasında birbiri ardına dönüyordu. İnsanlar vefasızlıklarını yine göstermişlerdi işte. Onlar sadece çıkarlarının peşindeydiler. İnsan ne kadar kadar güçlü ve acımasızsa aralarında o kadar saygı görüyordu..."

O gün hayatının sonuna kadar kimseye muhtaç olmamaya ve insanlara asla güvenmemeye karar verdi. Kalbindeki son iyilik kırıntıları da, ölen kadınla birlikte gömülmüştü adeta....

Kuyumcunun mirasına sahip çıkacak yakın akrabası da yoktu, çocuğu da! Bu nedenle kuyumcu dükkanı içindekilerle beraber ona kaldı. Kısa sürede toparlanmış, işlere kuyumcu hayattaymışcasına aynı hırsla sarılmıştı. Böylece hem çalışıp, siparişleri yetiştiriyor hem de insanlardan uzak kalabiliyordu. Onlarla da sadece alışveriş sırasında gereği kadar konuşuyordu. Ne eksik ne de fazla!

Günler böyle geçerken, bir gün; işlemekte olduğu parçaya taş ilave etmek gerekti. Daha önce kuyumcunun çalışma odası olan bu yere, sadece gerektiğinde giriyordu. O gün, çalışma masasının çekmecesine eğilip, ihtiyacı olan taşı aramak üzereyken, masanın yanında daha önce fark etmediği bir kol dikkatini çekti. Bu, dışarıdan görünmeyecek şekilde özenle saklanmış, demir bir koldu. 

Onun ne işe yarayacağını anlamak için merakla merakla asılmış aşağı indirmeye çalışmıştı ama zorlamasına rağmen yerinden oynatamayınca merakı iyice artmıştı. Eline geçirdiği bir başka demir parçasıyla kolu zorlamaya başladı. Uzun süren bir uğraştı ama nafile... Sinirlenmişti... Durup soluklandı ve kola tekrar baktı. Onca zorlamaya rağmen yerinden milim oynamayan kolu aşağıya indirecek başka bir mekanizma olmalıydı. Düşüncelerini yoğunlaştırıken; kolun üzerindeki tahta kısmın oyulmuş başlığı dikkatini çekti. Üzerindeki çark biçimi; demir kolun hemen arkasında, yine demir bir levhanın üzerindeki bir girinti ile bire bir uyuşuyordu.

Hemen kolun üzerindeki tahta tutacağı çevirdi; vida gibi dönerek açıldığını farkettiğinde yüzüne bir gülümseme oturdu. Tahta tutacak birkaç dönme ile  kısa sürede demir koldan ayrılmıştı. Merakla, az evvel gördüğü girintiye, tutacağın üzerindeki çarkı yerleştirdi ve çevirdi. 

Demir levha, hiç zorlanmadan yukarıya doğru döndü ve çalışma masasının ardında; orada olduğu hiç belli olmayan gizli bir kapının gıcırtı ile açılmasını sağladı. Muhtemelen uzun zamandır, hatta aylardır kapalı olmaktan dolayı ağır bir küf kokusu aniden odaya doldu. Öyle ağır bir küf kokusuydu ki, elleri ile burnunu tutmak zorunda kalmıştı. Az evvel açılan kapı; içerisinde ne olduğu görünmeyen karanlık bir odayı açığa çıkarmış;  keşfedilmek üzere onu bekler hale getirmişti...

Hemen etrafına bakınıp bir mum aradı. Komidinin üzerinde neredeyse bitmek üzere olan bir mumun  durduğu şamdanı gördü. Onu yakıp odaya tuttuğunda, ilk önce kapının girişindeki örümcek ağlarını fark etti. Ne kadar çoktular....

Eliyle neredeyse kapıyı kaplamış olan örümcek ağlarını şöyle bir temizleyip, başını eğerek odaya girdi. Mum ışığı odada ağzına kadar dolu olan altın, gümüş eşyalar ve paraların üzerine düştü... Kuyumcu aç kalmaya razı olup, ömrünce bu odayı doldurmak için uğraşmıştı anlaşılan ve şimdi bu servet, onun eline geçmişti...

Binbir sıkıntı ile büyüyen, kalbi küçücük yaşta taşlaşmış bu kimsesiz çocuğun hayatı birden bire değişivermişti. Çok acı çekmişti evet, ama şans artık ondan yanaydı ve bunu ona acı veren insanlara karşı kullanacaktı.

Bir akşam, biraz para vererek satın aldığı at arabasını, içine para ve diğer kıymetli eşyalar bulunan çuvallara doldurmuş; arkasında, onu bir daha anmayacak, ismini dahi hatırlamayan insanlar ve kötü bir mazi bırakarak   bilinmeyen bir yöne doğru yollara düşmüştü.

(Devam edecek)


« Boules de neige »Snow Globe / Etamin Kar Küresi

$
0
0









Snow Globe 
« Boules de neige » à broder au point de croix
"Les Brodeuses Parisiennes"

/"Les Brodeuses Parisiennes"den Mutfak Havlusu Kar Küreleri Serisi


Snow globes are always among the most favorite things for me!
Perhaps for this reason; I immediately wanted to stitch them just at the first sight!
Due to the time problem, I needed to pick one of them and that is the stitching result!

I think you like it as much as I like!

♥Happy stitching♥

*-*

Kar küreleri, hangi yaşta olursam olayım; hep en sevdiğim objeler arasında olacak. Çocukluğumdan beri bu böyle. Gerçi, o zamanlar bizim kar küreleri plastikti ve atraksiyonlu değildi ama kar yağdırıyordu ya, yeterliydi!

"Les Brodeuses Parisiennes' in dörtlü kar kürelerini gördüğümde gerçekten bayıldım. Çok da kıskandım desenleyen elleri - itiraf ediyorum :))İçlerinden en sevdiğimi seçtim ve yaptım.

Bana kalsa kumaştan çıkarıp oynayasım var. O kadar severek yaptım, anlayın işte....

Umarım siz de benim kadar seversiniz .

Hikayeyi bugün biraz uzun tuttuyorum dolayısıyla da yazıyı kısa...

♥Sevgilerimle♥ 



" Herşey Aslına Geri Döner - Devam "


Yaşadığı tüm acı dolu günlerin hatıralarını ve acılarını geride bırakıp yollara düşen gencin yolu nihayet şimdi yaşadığı kasabaya düşmüş, havasını çok beğendiği ve artık yola devam etmek istemediği için buraya yerleşmeye karar vermişti. 


Artık delikanlılığın tüm özelliklerini üzerinde taşıyan genç bir adamdı ve çok parası vardı. Yerleşmeye karar verdikten sonra uzun br zamandır yaşamakta olduğu büyük evi yaptımış, akabinde büyük bir kuyumcu dükkanı açarak parasına para katmaya başlamıştı. 

Kısa zamanda sahip olduğu servetin büyüklüğü ile hedefleri de büyümüştü ve artık sadece kuyumculuk yapmak ona yetmez hale gelmişti. İçinde bastıramadığı hırsı ve yüreğindeki taşlaşma daha da artmıştı. Hep birşeyler eksikmiş gibi hisseden genç adam, hedeflerine ulaşmak için gözünü budaktan sakınmıyordu. Karar vermişti bir kere; bulunduğu bölgedeki tüm insanları kendisine bağımlı hale getirecekti. Böylece bir daha frenleyemeyeceği bir hırsla civardaki bütün iş yerlerini bir bir eline geçirmeye başlamış, daha önce işin sahibi olan insanları yanında çalışmaya zorlamıştı. Çalışmak istemeyenler de kısa süre içinde, üzerlerinde hissettikleri maddi - manevi baskılar ve uğradıkları zararlar nedeniyle kaderlerine razı olmaya başlamışlardı.

Zengindi, yüzündeki o derin yara izlerine rağmen yakışıklı sayılırdı. Ama o, kadınlardan nefret ediyor, kendisine teklif edilen bütün kadınları bir kusur bularak reddediyordu. Evde bir kadın ve çocuk sesi dünyada tahammül edemeyeceği tek şeydi...

*-*

Adam kısa süre için daldığı geçmişin gölgelerinden silkinerek gerçek dünyaya döndüğünde bir zamandır yatağın kenarında oturduğunu farketti. Neyse artık geçmiş çok gerilerde kalmıştı ve şimdi başka sorunlar vardı!

Çok uzun yıllardan, sonra ilk kez kendisinden izinsiz, iki kadının pazardaki meyve ve sebze satışlarıyla çok para kazanıyor olması, insanlar üzerindeki otoritesini sarsacak hale gelmişti. Hem en iyi müşterilerini kapmışlar hem de insanlara kendi başlarına iş yapmaları için cesaret vermeye başlamışlardı. Yıllardır bu civarda kesin olan hakimiyetine vurulan bir darbeydi bu. Can sıkıntısı ağzındaki acı hissini daha da arttırmıştı.

Artık 50’ li yaşlarını sürüyordu ama daha genç görünüyordu. Son zamanlarda fazla yemek içmekten biraz göbeği çıkmıştı ama olsundu. O kadar parası vardı. Elbette bunu gösterecekti. Altın sırmalarla işlenmiş desenleri son derece gözalıcı olan röpdeşambrını giyip, oturduğu yerin yanındaki vişne çürüğü kadife kordona uzandı.

Yatağı maun ağacındandı. Kordonla aynı renkteki kadife perdelere tüller eşlik ediyor, altın işlemeli yatak örtüsüyle, bir tüccardan çok bir kralın yatağını andırıyordu. Oda hem çok büyüktü hem de az eşyayla döşenmişti. Mevcut olan eşyalar, dünyanın dört bir yanından getirtilmişti. Her biri en değerli ve nadir bulunan ağaçlardan yapılmış ahşap mobilyalara, büyük bir şömine ve büyük altın şamdanlar eşlik ediyorlardı. Şöminenin önünde çok ender bulunan beyaz bir kaplan postu serilmişti. Onu bir Asya seyahati sırasında, yasak olduğu belirtilmesine rağmen düzenlediği bir av sırasında öldürmüş, postunu da, ülke yetkililerine büyük miktarda rüşvet ödeyerek evine getirmişti. ‘Herşeyin bir bedeli var’ diye düşündü odada göz gezdirirken.

Sonra bakışları yatağın hemen önünde yatmış olan büyük köpeğe ilişti. Vahşi; gerçekten de adı gibi Vahşi'ydi... Kime, ne zaman saldıracağı belli olmayan ve tüccardan başka hiç kimseden korkmayan köpeği... Onu daha üç  haftalıkken almış ve insanlardan uzak karanlık bir odada büyütmüştü. Kendisinden başka hiç kimseye alışmaması için yemekleri sadece kendisi vermişti. İhtiyaçlarını görmesi için dışarıya çıkartan seyisten başka hiç kimseyi yanına yaklaştırmazdı. 

Geçmişinde olmayan asalet ve ünvanları kendi kendine aldığında; soyluluğunu pekiştirecek son şeyin bir köpek sahibi olması gerektiğini düşündüğü için almıştı onu aslında ve onu hiçbir zaman sevmemişti. Ama işine yarıyordu doğrusu. Kapısına gelip kendisinden para istiyenleri ve borçlarını ödeyemeyenleri korkutmak için dişlerini göstermesi yetiyordu. Bir defasında bir borçlusu para vermek istememişti de onu öyle bir ısırmıştı ki zorla ayırdıklarında bacağının bir parçasını ağzında buldular. Borçlu acı içinde kıvranırken doktora zor yetiştirmişlerdi. Vahşi rengi gibi yüreği de kara ve tam tüccara yakışan bir köpekti.

Kordona uzanıp zili çalmasının üzerinden ancak bir kaç saniye geçmiş olmalıydı. Kapı çalındı. Yaşlı bir kadın üzerinde mükellef bir kahvaltı bulunan büyük bir tepsiyle, ayaklarını sürüyerek içeriye girdi.

Tüccar  ‘ Niye bu kadar geç kaldın, beni aç mı bırakmak istiyorsun?’diye gürledi

Evin tek hizmetçisi, her sabahki gibi hazırladığı ve her an istenir diye sıcak tutmaya çalıştığı kahvaltı tepsisini vaktinde getirmişti aslında. Ama ne yaparsa yapsın evin beyinin ona bağıracağını bilirdi. Ekmeğin biraz sıcak ya da soğuk olması, yumurtanın istediğinden daha az yada çok pişmiş olması, hiç bir şey bulamazsa tepsinin düzenini beğenmemesi bağırmak için birer bahaneydi zaten.

Kadın bu hallere çok alışmıştı.  Tüccar ya başkasına kızmış hırsını ondan alıyordu  veya ters tarafından kalkmıştı. Bu yaşta çekilir şey değildi doğrusu.   Hayatından bıktığı çok olurdu ama evin müştemelatında kıpırdamadan yatan felçli kocasının ona duyduğu ihtiyaç, bu eziyete katlanmasının tek sebebiydi.

Tek çocuklarını, 1,5 yaşındayken hiçbir doktorun teşhis koyamadığı bir hastalıktan dolayı kaybetmişlerdi. Gerçekten de felaket asla yanlız gelmiyordu. Çocuğun toprağa defnedildiği gün kocası felç geçirmişti. Yıllardır yataktan çıkamaz, konuşamaz bir biçimde bakıma muhtaç hayatını sürdürüyordu.

Bu felaketler başına gelmeden rahat bir ömür sürmüş olan kadın bir anda yanlız ve çaresiz kalıvermişti. Ne yapacağını kara kara düşünürken tüccar kasabaya yerleşmeye karar vermiş, kadını da neredeyse boğaz tokluğuna yanına hizmetçi olarak almıştı. O işe girene kadar günlerce aç kalan kadın, başını sokacak bir kulübe ve sert bir yatak karşılığında saatlerce çalışmaya razı olmuştu.  . Yıllar ağır şartlar altında çok zorlu geçmişti. Vaktinden önce yaşlanan ve ölümü hasretle bekleyen yaşlı bir beden kalmıştı o bir zamanların şen şakrak ve hayat dolu kadından geriye.

*-*

Tüccar, önüne konan tepsiye ilk kez dikkat etmemişti. Yumurtanın az pişmiş olmasına da ses çıkarmadı ilk kez. Kafası hala çok meşguldu. Onu başarıya ulaştıran özelliği yine devreye girmişti. Çocukluğundan bu yana bir konuya gerçekten konsantre olursa eğer, o konu çözülene kadar her olasılığı düşünür ve mutlaka uygun bir çözüm bulurdu.

Bir taraftan kahvaltısı ediyor bir yandan da ona rakip olmaya cesaret eden iki kadını düşünüyordu. Kimdi bunlar? Nasıl olurda ona rakip olmaya, işlerine engel olmaya kalkarlardı?


Kahvaltısını çabucak bitirdi. Ne yerse yesin aslında ağzının acılığı gitmiyordu.Bıkkınlık dolu bir ifadeyle tepsiyi kadına doğru iteleyip ‘ Topla bunları ‘dedi. Adamın yüzündeki bu ifade kadına çok aşinaydı. Böyle zamanlarda işini çabuk bitirmeye ve gözönünden kaybolmaya azami dikkat gösterirdi. Çarçabuk tepsiyi alıp, dışarıya çıktığında derin bir oh çekti. ‘Bu hengameyi de atlattık çok şükür’ diye düşündü. 

Tüccar düşünceli adımlarla kısa bir süre odayı arşınladı. derken yüzünde ne yapacağını bilen bir adam ifadesi belirdi. Kısa sürede üstünü değiştirdi. O gün borç para için kapısında bekleyenleri de görmek istemedi. Hergün kapıya gelen bu insanların yüzlerini görmekten nefret ediyordu. Her biri bir hikaye anlatıyordu. Çoğunun aldığı parayı ödeyemeyeceğini biliyordu. O da haklı olarak ellerindekileri borçlarına karşı alıyordu işte. Sonra ağlayan kadınlar ve annelerinin eteğine yapışmış çocuklar. Hiçbiri görmek istemiyordu aslında. Hele çocukları. ‘Bakamayacaksınız niye yaptınız bu çocukları ?’

Köpeği Vahşi, onun farkına bile varmayan bu adamdan sevgi dilenmemeyi çoktan öğrenmişti. Sabah ihtiyacını ancak tüccar çıkınca görebileceği de acı bir çekilde öğretilmişti ona. Sessizce adamın giyinip kapıyı açmasını bekledi ve onunla birlikte iri cüssesinden beklenmeyecek bir çeviklikle odadan çıktı. Bahçede ihtiyacını gördü. Sonra başını dikleştirip hayli uzaklaşmış olan Tüccar’ ın arkasından seyirtti.

Tüccar’ ın evi kasabanın en görkemli yapısıydı.  Bronz giriş kapısı ve arkasında devasa bir bahçe karşılıyordu ziyaretçileri. Giriş kapısından kuğu heykelleriyle süslü mermer bir havuza giden yola sapılır, havuzu geçtikten sonra mermer merdivenlerden evin ana giriş kapısına varılırdı. Büyük bronz bir aslan başının ağzındaki bronz tokmak, abanoz ağacından yapılan, oymalarla süslü kapıda tok sesler çıkarırdı. Evin yaşlı hizmetçisi nerede olursa olsun duyardı bu sesi.  Ana kapıya çıkan merdivenler mermer holün taşları de en pahalı granitten döşenmişti. Akustik bir yapı olduğundan, ökçe sesleri olduğunan daha yüksek çıkar; evin ihtişamına ihtişam katardı. 

Tüccar aceleci ama vakur adımlarla pazara yöneldi. Sabahın bu erken saatlerinde sebzenin ve meyvenin en tazesini bulmak mümkündü.  Üstelik bu iki kadın erken gelip çok kısa zamanda mallarını sattıkları için onları ve mallarını görmeye az zaman vardı önünde.

Pazara girdi. Onu tanıyanlar bir problem olduğunu bakar bakmaz anlamışlardı. Geçtiği yerden sessizce kenara çekilmeyi tercih ettiler. Başka da şansları yoktu ki... Arkadan yürüyen köpek o kalabalığı görünce dişlerini gösterip hırlamaya başlamıştı bile.

İki kadının satış yaptığı tezgaha yaklaştığında, onların yeni gelmiş olduklarını gördü. Beraberlerinde getirdikleri malları tezgaha yayıyorlardı ama şimdiden önlerinde bir kuyruk oluşmuştu. Tezgahın önündeki kuyruğu görünce yüzü karardı, kaşları çatıldı. Hele valiliğin mübayaacısının onu görüp de sinsice gülmeye başladığını görünce kanın tepesine çıktığını hissetti. Bunca yıllık ününün, böyle ne olduğu belli olmayan iki köylü kadını tarafından zedelenmesine izin vermeyecekti.

Onun tezgaha yaklaştığını görenler, sessizce kenara çekildiler. Kadınlar tezgahın önündeki sessizlikten ters bir şey olduğunu sezmişler, işlerini bırakmış karşıdan gelen adama bakıyorlardı. Genç olanı tüccarı tanıdı. Kocası onun mutfak masası ve sandalyelerini yapmış, değil emeğinin karşılığını almak adeta evden kovulmuştu. Parasını uzun süre alamamıştı. Aldığında da eksik almış, bir daha onun siparişini kabul etmeyeceğine yemin etmişti.

Tüccar tezgaha yaklaştı. Tezgahtakilerin, bu güne kadar bu iklim şartlarında yetişmesine alışık olmadığı türden olduklarını gördü. Kafası karıştı. Yoksa bunlar gizlice ticaret mi yapıyorlardı? Eğer öyleyse durum düşündüğünden daha vahimdi. ‘Bunlar burada yetişmiyorsa daha henüz dalından kopartılmış gibi taze olmalarına imkan yok’  diye düşündü. Ama bu şartlarda yetişmeyi üstelik bu kadar olgun olmalarını nasıl sağlamış olabilirler di? Bu işte bir bit yeniği olmalıydı.

Her zaman emretmeye alışmış mütehakkim ses tonuyla, buyururcasına;

-          Bu sebzeler ve meyveler nereden geliyor? diye sordu.

Kadınlardan genç olanı başını dikleştirip, derin bir nefes aldı ve,

-          Bahçemizde biz yetiştiriyoruz.
-          Bu iklimde bunların yetişmesi mümkün değil, nasıl yetiştirebildiniz bunları?
-          Köyümüzün iklimi bunların yetişmesine imkan veriyor,

Kadın bir taraftan Tüccar’ la konuşuyor, bir taraftan içinden adamın bir an önce gitmesini diliyordu. Sezgileri onu yanıltmazdı. Bela geliyordu ve belanın adı Tüccardı.

Aldığı yanıtlar Tüccar’ ı tatmin etmek bir yana merakını daha da kamçılamıştı. ‘Bu işin esas yüzünü mutlaka öğreneceğim’ diye düşündü.

-          Ver bakalım her birinden birkaç adet.....

Kadın bu kadarla kurtulduğuna adeta inanmaz bir ifadeyle bir kese kağıdına ne varsa çarçabucak doldurdu ve Tüccar’ a uzattı. Onun ardında köpeğiyle uzaklaştığını görmek bile içini rahatlatmamıştı.

-          Anne, bu adamın buraya gelmesi pek hayra alamet değil. İşimizi bitirip bir an önce gidelim.

İhtiyar kadında aynı sıkıntıları hissediyordu. Başını salladı. Sıkıntılı bir hava ani bir fırtına gibi yüreklerinden geçmişti. Tezgahın kalabalığının ve pazarın gürültüsünü duymadan işlerini yapmaya çalıştılar. Tek istedikleri evlerinin güvenli ortamına bir an önce kavuşmaktı.

*-*

Tüccar pazardan çıkışta istikametini kasabanın tekin olmayan evine çevirdi. Bütün önemli işlerini danıştığı, bazen gelecekten haberler veya hasımlarının mahfı veya kayba uğraması için yardım aldığı ‘’Kara Hasan’’ın eviydi gittiği.

Kara Hasan, kasabaya Tüccarla aynı zamanlarda gelmiş ve yerleşmiş; 60’ li yaşlarını süren zayıf, gözlerinin altı her zaman mor halkalarla çevrilmiş, sol yanağında üzeri iri siyah tüylerle dolu bir et beni olan, iri kulaklı, patlak gözlü uzun boylu bir insandı. O yaşına rağmen saçlarında hala çok az beyaz vardı. Yüzü asla gülmez, genelde başı eğik olduğu için kaşlarını kaldırarak bakardı. Bu bakışı ona, koyu renkli göz  halkalarıyla beraber oldukça korkutucu bir hava kazandırmıştı. 

Evin dışına çok az çıkar; kimseyle konuşmaz, insanlar da ondan çekinirlerdi. Kinlendiği ya da uğraştığı herhangi birinin bir daha iflah olduğu görülmemişti çünkü. 

Bu adamın evine aleni girip çıkabilen sadece Tüccardı. İstediği saatte ziyaretine gidebildiği için Kara Hasan’ ın evi onun iş yerinden sonra en çok bulunduğu yer olmuştu. Böyle olması işine de geliyordu aslında. İki korkunç güç insanları gerçekten uzak tutuyordu ki bu onun en çok istediği şeydi.  

Tüccar bildik adımlarla eve yaklaşırken, eve ilk yaklaşan insanın duyacağı korku hissine kapılmadı bile. Etrafın kasabanın her hangi bir köşesinden aniden farklılaşan görüntüsüne yerliler çoktan alışmışlardı. Kara Hasan’ nın yerleşmesinden önce kasabanın diğer evlerinden pek farkı olmayan bu yer, Kara Hasan’ ın gelişinden sonra adeta yeni sakininin karekterine bürünmüştü. Önce evin dış boyaları döküldü. Ahşap kısım garip bir bileşimle kaplanmışçasına karardı ve dıştan vuran bütün renkleri soğuran bir havaya büründü. Bu kara renk herşeye öyle bir sirayet etmişti ki, evin bahçesinde bulunan ağaçlar bile bu rengi yansıtıyorlardı. Havada ağır bir koku hissedilmeye de başladıktan sonra,kimse eve yaklaşmaya cesaret edemez olmuştu.

Bu iki adamı bu evde buluşturan  Kara Hasan'ın alşimi bilgileriydi. Ona el veren hocası, ‘öğrendiğin çok kadim bilgilerdir. Bu bilgiler; onlardan kötü amaçları ve hırsları için istifade etmek isteyen insanların sonunu hazırladı, dikkat et fazla hırsa kapılma  yoksa senin de sonunu hazırlar’ demişti. Kimin umurunda... Ne istediğini biliyordu. Onun peşinde uzun zaman dolaştıktan sonra aradığının bu kasabada olduğunu bildiği gün yerleşmişti.  

Hedefini yanlız tüccara açmıştı. Yani bilmesi gerektiği kadarını... Kara Hasan herşeyi altına çevirecekti. Tüccar da bunları paraya... Birlikte dünyanın efendisi olacaklardı. Oysa tüccar sadece araçtı. Onu sırra ulaştırana kadar onun nüfuzundan faydalanacağını biliyordu. Bir gün mutlaka diyordu. Bir gün mutlaka...

Tüccara kapıyı evin her hizmetine bakan orta yaşlı bir adam açtı ve onun geçmesi için geriledi. Ardından hemen kapıyı kapadı ve az ilerdeki kapının ardından kaboldu. Evin holünde yanlız kalan tüccar, adamın tamamen uzaklaştığına kani olduktan sonra  giriş kapısının yanında sarkan zinciri çekti.  Çeker ekmez, bir metra kadar önünde holün zemini üzerindeki bir parça kendiliğinden kenara doğru kaymaya başlamıştı. Kısa zamanda kayan zeminin altından aşağıya doğru inen ve çok hafif bir ışıkla aydınlanmış bir merdiveni çıkmıştı. Tüccar dikkatlice merdivene adım attı ve yavaşça aşağıya doğru inmeye başladı.

Bu iniş hafif nemli ve garip bir kokuyla kaplı olan dehlize gelince sona erdi. Merdivenlere loş bir aydınlık veren ışık buradan süzülüyordu. Aralıklarla dizilmiş olan soluk lambalar göz önünü görecek kadar ışık sağlıyordu.  Buraya hiç alışamayacağım’ diye düşündü dikkatlice adım atarken. Bir kaç metrelik dehlizin sonuna vardığında, tamamen ışıklandırılmış, çeşitli kimyasalların bir araya gelmesiyle oluşmuş burnu yakacak kadar keskin bir kokuya sahip havayla dolu odaya ulaşmıştı.

Kara Hasan, siyah bir cübbe giymiş elinde deney tüpleri ile bazı karışımları hazırlıyordu. Tüccar, birazda rahatlamış adımlarla Kara Hasan’ a doğru ilerleyip onun yoğunlaşmış dikkatini dağıtacak düzeyde bir ses tonuyla;

-          Merhaba, ben geldim.
-          Hıı, hoş geldin.
-          Hala uğraşıyorsun, bir sonuç alamadın mı ?
-          Biliyorsun ki sonuç almak kolay olsaydı, formüle çoktan ulaşılırdı...
-          Biliyorum, biliyorum...

Tüccar, Kara Hasan’ a doğru yaklaştı, elindeki altın renkli sıvıya bakıp,

-          Görüyorum sonuç almaya çok yakınlaşmışsın, belki de doğru formülü oluşturabildin....
-          Bu renk sıvıya ulaşıyorum ama katı hale geçiremiyorum. Zaten bir süre sonra renk bozuluyor ve geriye kırmızı renkli bir sıvı kalıyor.
-          Neyse canım nasıl olsa bir gün olacak....

Kara Hasan biraz da gereksiz gibi görünen bu konuşmadan sıkılmış, konuğun bir an önce gitmesini isteyen bir tavırla sordu.

-     Sahi seni bu saatte buraya getiren nedir? Biliyorsun ki gündüz çalışırken rahatsız edilmekte hoşlanmam.
-   Bugünlerde kasabada hoşuma gitmeyen şeyler olmaya başladı. Senden yardım istemeye geldim.
-      Ne gibi?  Diye sormuştu Kara Hasan, başını yaptığı işten hiç kaldırmadan.

Tüccar elinde tuttuğu meyve ve sebzeleri Kara Hasan’ a doğru çalışma masasının üzerine adeta fırlattı. 

- "Bak bunlara" dedi. Bunlar, bizim buralarda yetişen meyve ve sebzeye benziyor mu?

Masanın üzerine bırakılan meyve ve sebze çeşitleri ve görünümleri, başını yaptığı işten kaldıran adamın gözlerinin fal taşı gibi açılmasına sebep olmuştu. İşte aradığı son ipucu önünde duruyordu.

"Nihayet" diye fısıldadı kendi kendine; nihayet son adıma geldim işte......

"Devam edecek"

Birikenler

$
0
0






Hello Everyone,

 I've been in intense and fast-paced agenda since last two months. It' s kept me from both my own blog and blogsphere .

In this context, I could not find the opportunity to comment on your previous posts as well as your beautiful finishes and progresses ! I'm so sorry!!!

  In fact, the density of the agenda will last until December. Until then, I hope I can find sometimes to visit here more often.

♥ Have a lovely weekend ♥




Uzuuuun bir aradan sonra Merhaba Dostlar,

Neden blog dünyasına hiç uğramadığımı anlatmayacağım. Sebepleri hem herkesin ki gibi hem de değil. Birgün belki paylaşırım ne olup bittiğini....

Kasım ortalarına kadar uğrayamam diye düşünüyordum ancak hem bitenler birikti (geceleri asla boş durmyorum) hem de "Nurdan' la Kanaviçe Etkinliği" nde paylaşılması gereken pek çok fotograf var. 
Bir kısmını görmüş olmalısınız ama görmedikleriniz de var. 

O nedenle, 
Bu Cuma akşamına bu yayınla merhaba deyip;yarın da etkinlik yayınına yer vereceğim.  


Yapıp bitirdiklerime gelince;

Pouches / Keseler



Prairie Feirie by Prairie Schooler / Önceden çerçevelediğim İğneli Kır Perisi kese oldu :))


Travel purse for Nursun; Nursun için seyahat kesesi 

Pouch for Money - Para kesesi 



Cushions, Yastıkçıklar,






Progress / Devam Eden İşler

a Preirie Schooler design 



Yaptığım Şablonlardan Bazıları






SAL I - Özlem's Finishes and Creativity / SAL I / Özlem' in Yaratıcılığı ve Biten İşler

$
0
0





Hello Again,

SAL with Nurdan event is proud to host more creative finishes.

These finishes belong to Özlem (OCEANNEKIZSEVGISI)
I am very happy, because my designs have found a place into her marvelous works created with natural materials.


You can see all these things on the blog.

It is absolutely worth to visit!
♥ Thank you Özlem for such a wonderful creation and participation ♥

"Nurdan' la Kanaveçe  " etkinliği, yaratıcı bir bitirişe (doğrusu) iki bitirişe daha ev sahipliği yapmaktan gurur duyar. .. (Ta ta ta taammmmm)

Sevgili Özlem Hanım, etkinlik duyurusuna ilk olumlu cevap verenlerdendi. Onun bu etkinliğe katılacağını duyduğumda çok sevinmiştim;  çünkü, doğal malzemeler kullanarak yarattığı şahane işlerin içine  benim desenlerimden de katılacağını biliyordum.

Bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu, biten işlerin fotografları kanıtladı zaten.

Görenleriniz görmüştür ama görmeyenler varsa mutlaka bloga uğrasın. Hem çok daha fazla fotograf görme ham de yapım aşamaları ile detay öğrenme şansınız olacaktır. 


Sevgili Özlem Hanım; katılımınız ve ilham veren çalışmalarınız arasına, benden de birşeyler kattığınız için sonsuz teşekkürler ♥

SAL II Pride and Prejiduce - Finish / SAL II Aşk ve Gurur - Bitti

$
0
0








I've just notices that "s" is forgotten to stitch at the and of "shades" :)))
Herşeyin yerini değiştirince kafam da karışmış zaar. Lady c.de Brough' un orjinal cümlesinde de geçen "shades" kelimesinin sonuna "s" yazmayı unuttuğumu şimdi farkettim. :)) Salaklık başa bela.........


"Are the shades of Pemberley to be thus polluted?" Lady Catherine de Bourgh to Elizabeth on prospect of Darcy marrying into Bennett family.






Despite errors and missing letters, I wonder if you like my version of Pride and Prejudice? 
Bakalım, hata ve eksik harfe rağmen, benim Aşk ve Gurur yorumumu beğenecek misiniz?


Bahar Trays and Aunt Aysen / Bahar Tepsileri ve Ayşen Teyze

$
0
0















Hello Dear Friends,

I hope my post will find you happy and fine ♥

Today, I am gonna share a simple tray story along with the images! 

The trays of this post (excluding my works on the top ) have stitched, transferred, crocheted and decorated by Aysen Tukenmez! (you may see her in the below image  (She is 72 years old by the way) 

After her daughter's death ( At the age of 39) she began to make embroideries once, in order to cope with the pain of having such  lost! After a short while, it became an entrepreneurship! 

When I got her story and saw her works, I want to contribute whatever I can! 

So, some of my stitching are given to her! Already four of them are joint into her collection and ready to sell! Guess what happened then? She's presented me a tray with a coffee cup set  ♥♥♥

At the end of the day, we made each other  very happy!  
*-*

She is very inspirational, isn't she??

♥Wish you a happy weekend ♥






Fotograftaki bu gülen yüzlü kadın  Ayşen Teyzemiz (Ayşen Tükenmez /Bahar Tepsilerinin Yaratıcısı)

 Göztepe civarında oturanların çoğuna aşina bir yüzdür.
Kızını bir kaç yıl önce kaybettikten sonra oyalanmak üzere başladığı işlemeler onu taa bu noktalara taşımış.

Birbirinden güzel işlemelerini tepsilere, çantalara monte ediyor ve satıyor.
Koleksiyonundan bazı fotografları da bu yayında bulacaksınız. Fotograflar onların gerçek  güzelliklerini göstmekten aciz ama fikir verir nitelikteler. 

Neyse, işlediği goblenler tanışmamıza  vesile oldu. Onun, bu yaşta başlattığı ve giderek de büyüyen girişimine katkıda bulunmak istedim; sağolsun kırmadı beni. Neticesinde bazı küçük desenlerimi  tepsilere yerleşip, koleksiyonuna en yeni işler olarak kattı.

Tepsilerin her biri farklı ( iki aynı desen yok yani)  ve farklı boylarda. Hatta kına geceleri, nişan vs. gibi evde kalabalık ağırlanan toplantılarda ikram yapmaya yetecek boyutlarda tepsiler var koleksiyon içinde.

Dantel Anglez, goblen, ince dantel, transfer, kurdele nakışı gibi farklı teknikle kullanıyor tepsilerinde.

Arzu ederseniz ona (izin aldığım için yazabilirim) 0.532. 265 01 562 dan ulaşabilirsinz.
İlgilenirseniz ben de size aracı olabilirim.

Hayata güzellik ve ilham katmanın vallahi yaşı yok ♥

Güzel bir haftasonu olsun hepimize.

Sevgiler

Ayşen Teyze' nin bazı işleri.



















Santas, Winter Stitching and Burlapping / Noel Babalar, Kış desenleri ve Çuvallamaca

$
0
0








Hello Dear Friends,

Today,  I came here with a small finish,  a couple of  winter  freebies for you and a video!

Hope some of you would like to stitch my winter templates!

 ♥Happy stitching ♥ 

*-*

Merhaba Dostlar,

Yine ben.......... 

Küçük bir işleme ile yine, yeniden huzura geldim. Ne de olsa önümüz bayram, seçimler   vs. yoğun bir gündem var.

O yoğunluğa tutulmadan; mevcutlarla bir yayın yapayım istedim. Br müddet sesim çıkmayacak çünkü.....


Rustik Noel Baba' ları şişman kırmızı yanaklı Noel babalara göre daha çok seviyorum. O nedenle eski bir Santa çalışması yapmıştım. İşlendi - bitti.

Pek çoğunuza aşinadır; yeni yıla yakınlaşırken; Nursun' un parmakları kaşınmaya başlıyor. Bu yıl; çuval ve kumaş boyalarına takıldı. Yapıp ettiklerini videolaştırdık.(Videoyu kaldırdım çünkü görüntüleme problemleri oluşturdu)


Şablon arananlar için  de iki farklı şablonu   aşağıya ekledim. İlgilenirseniz kopyalayın diye. 

Son söz;







 Burlapping By Nursun   / Nursun' un Çuvallamacası








*-*





SAL I - Gulay's Inspirational Finish / SAL I- Gülay'ın İlham Veren Finali

$
0
0






Hello Dear Friends,

"SAL with Nurdan" event has been hosting another wonderful finish by Gülay!

She is one of the latest participants of this event  actually! But she was able to finish a wonderful clutch within a very short period! She promises to make one more work with some women of  the Sampler! I am really curious as well as looking for seeing it!

As per Gülay; she is crafter, cook, an avid reader and a mother of a princess at the same time! So you can find everything related her interests in her blog ! If you are interested in different tastes and meals or different crafts;it is absolutely worth to pay a visit!


Her work has started as in above mosaic! With in a few weeks it is stitched and completed! 



Above mosaic is consisting of some  images from her kitchen! All's receipts are available in her blog too!



Samples of her crafts are in above mosaic as well!

*-*
So;

Taking advantage of this opportunity I would like to thank everyone who's taken part of this event!

You have been indeed very instructive and inspiring to me!

"Happy stitching"



Merhaba Sevgili Dostlar,

Haziran ayında başladığımız "Kanaviçe Etkinliği"çok güzel bir işe daha ev sahipliği yapıyor. Etkinliğin son katılımcılarından olan sevgili Gülay Hanım - ki çoğunuz onu ve blogunu çok iyi tanıyorsunuz -  geçmiş dönem hanımefendilerinden ikisini bir araya getirip; çok şık bir çantaya imza atmış... Üstelik, kulağıma fısıldananı yanlış anlamadıysam belki farklı bir iş daha gelebilirmiş.... Nasıl ? Şahane değil mi?

Katılımınız ve verdiğiniz bu güzel katkı içiniçtenlikle çok teşekkür  ederim Gülay Hanım. Böylelikle benim gözlerim de gönlüm de bayram etmekte....

*-*

İtiraf etmeliyim ki Moda Sampler'ını tasarlarken, bu kadar farklı işlerde ayrı ayrı kullanılabileceğini hayal dahi etmemiştim. Beklediğimin üzerinde katılıma ve aynı zamanda beklemediğim kadar güzel işlere vesile oldu.


Bu çerçevede; katılan, üreten ve ilham verici bu güzelliklere imza atan herkese de; huzurlarınızda tekrar teşekkür etmek boynumun borcudur. Hepiniz sağolun, varolun....

♥Güzel bir pazar ve çok iyi bir hafta olması dileklerimle ♥

For the sake of Cath Kidston :)) -- Cath Kidston Aşkına, Ben de Döndüm Şaşkına :))

$
0
0







Hello Dear Friends,

Every 24th of November, celebrates as "The Teachers's  Day" in my country!

My mom was an elementary school teacher! Therefore until the last year; our house became a full house with flowers, gifts, and people on this particular day! Unfortunately, from this year on, our house will be remained in silence!

But, there are a number of friends will be celebrated the day as teachers!  And one of them is our precious friend "Colette" 

This year, I wanted to make a special gift to her, both to celebrate her day and her marriage anniversary together!

She is a great fan of Cath Kidston! Loves everything belongs to the brand!  If you pay a visit her blog,  you will notice it right away!  At the same time she is a coffee cups collector too!

When, I discovered that, C.K created its own cross stitch patterns back in 2010; my mind has made up! 

I've stitched this piece a while ago, but was not able to decide how to finish!  "Bahar Tray" experience gave me a light  and made me specified how it will be finished! Here is the result! 


 Today, Colette's confirmed receiving her C.K tray! 

Hope she likes it as well as you!

This weekend, I am praying for " peace and serenity " to the World!



Merhaba Sevgili Dostlar;

24 Kasım Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başladıktan sonra, bizim evin en özel günlerinden birine dönüşmüştü. O gün  rahmetli annem, erkenden kalkar; sabit telefonun yanındaki yerine kurulur ve öğrencilerinden, velilerden gelecek telefonları beklemeye koyulurdu.  Bir de kapımızı çalacak misafirleri....

Gerçekten o gün telefon zili hiç eksik olmazdı evin içinde ve çiçek demetleri de...

Bu sene  o sesler sadece kulağımızda çınlayacak ve biz de elimizde çiçek demetleriyle yattığı yerde onu ziyarete gidebileceğiz ancak...

Ama hayat olması gerektiği gibi devam ediyor ve bizler bayramları da, yasları da olması gerektiği gibi yaşıyoruz. 

Uzatmayayım;  o güne özel başka bir hazırlık yaptım bu sene ben... Cath Kidston' a olan hayranlığı hiç bitmeyecek olan Sevgili Nilgün Hanıma (nam-ı diğer Colette) istese de bulamayacağı  bir C.K objesi hazırladım ☺ 

Aslında işlemesi epeydir hazırdı ama son dokunuşu nasıl yapacağımı bilemiyordum. "Bahar Tepsileri" bana eşsiz bir fırsat sundu bu konuda.


Sevgili Nilgün Hanım, sıkıntılı bir bekleyişten sonra sağlam olarak size ulaştığını teyid aldığım tepsiciği umarım severek  kullanırsınız ♥


Cath Kidston' Commercial / Videosu



Closer Look to the C.K Embroidery / Yakından Bakın Bir de












Turkish Kidney Foundation "New Year  Kermis for Fundraising"
(Below stuff is my contribution to the Foundation! They will be sold in the Kermis)  


*-*


Victoria Secret Melekleri Bile Onun Eline Su Dökemez! Çünkü Onun Ruhu Özel.. Kim mi? Tülin nam- ı diğer Bulut Gölgesi

Sevgili Tülin Hanım, Tekirdağ' da Türk Böbrek Vakfı yararına yapılacak Yılbaşı  Kermes' i  duyurusunu bir kaç yayın önce yapmıştı. Adı geçen kermese küçük bir katkı da bu köşeden gidiyor. Yapılanlar; direkt olarak Tekirdağ' a gönderileceği için;hem ne gönderiyorum görsün ve takip edebilsin hem de belki Kermesi destekleyenler kervanına katılmak isteyen olursa diye buraya resimleri koydum. 

Benimkiler Pazartesi günü kargolanıyorlar Tülin Hanımcığım ♥ Sizler de katkıda bulunmak isterseniz son katılım tarihi 1 Aralık 2015.


SON SÖZ

Dünya en karanlık enigmatik dönemlerinden birini yaşıyor ve çok tarihsel bir süreçten geçiyoruz. İleride bu dönemi sağ salim atlatmayı başarabilenler;  nasıl bir kaosun içinden geçildiğine şaşırıp kalacaklar muhtemelen. Bu sürecin negatiften pozitife dönüşümü aslında tüm insanlığa bağlı.

İnsanlık, ya gaflet uykusundan uyanacak ve içindeki potansiyeli aktive edecek ya da Allah encamımızı hayretsin....

Dua ile.....





A Classic ( Berlin Woolwork) / Klasik Bir Desen (Berlin İşi)

$
0
0
 
A Rose Banquet from 19th Century 

19.yy' dan eski bir güzellik












Hello Dear Friends,

It's been a very stressful week with lots of cancellation on certain projects!
I've been almost awake during a week! 

In order to get over such things,  I've concentrated on old beauties like this one! 

I've given it to Aunt Aysen already!  This will be used in making another tray like in the below picture!


Ps : I've stitched these Berlin Roses (From Roland Design)  a year ago! I think, they look gorgeous in such a frame!

Finally, I'd like to share one of my latest designs " Sweet Fall". 
I saw its original ( a Thanksgiving postcard ) in the latest post of Carol !
So this pattern is especially for you Carol ♥♥

A happy weekend and happy stitching too!

*-*

Merhaba Sevgili Dostlar,

Zor geçen bir haftanın ardından bir yayın yapma fırsatı buluyorum. 

Hoş son zamanlarda kimin haftası kolay geçiyor acaba?

Neyse içinde oluru alınan işlerin iptalleri, biten ilişkiler vb. olaylarla bezeli haftanın sıkıntısını da bu işle hafifletmeye çalıştım. Ruhuma çok iyi geldi doğrusu. 

Beni bilenler, yılın bu zamanlarında soğuk, kar, yeniyıl temalarından başka şeylere konsantre olmadığımı bilir ama nedense bu yıl bu zamanlar daha fazla eski desenlere koşasım var. Sıradaki işlerde de benzer temalar olacak özetle. Oysa işlenecek o kadar çok kış deseni var ki bekleyen . Neyse, umarım seversiniz bu desenleri de....

Bir kaç gündür yapamadığım blog ziyaretlerini ancak bugün yapabiliyorum. Carol' a uğradığımda, onun bir süre önce desenlediğim bir  kartpostalı Şükran günü için yayınladığını gördüm.

O halde, zamanı gelmiştir diye kartpostalı ve şablonu paylaşmak istedim en sonunda...

Benden şimdilik bu kadar. Hepinize güzelliklerle dolu bir hafta sonu dilerim.

*-* *-*

EN SON NOT : 

Begonvilli Ev, bugün nefis bir sürpriz yaparak; etamin sever herkesin gözlerini kamaştıracak bir güzelliğe imza atmiş. 

Nurdan' la Kanaviçe Etkinliğinin hiç  beklenmeyen bir meyvesi bu. 
Bu güzelliğe ayrı bir yazı mutlaka yazacağım elbette.
Ama henüz dumanı tüterken buraya da kokusu sinsin istedim...

Begonvilli Ev' in bugünkü yayınını kaçıran varsa ziyaret etmeli mutlaka. 




Sevgili İsmet Hanım; haftanın en güzel görüntüsü ve duygusu sizden geldi. Çok ama çok teşekkür ederim.

♥♥♥

FOR CAROL / CAROL' A









Iris

$
0
0









Hello Dear Friends,

A postcard adaptation from Lisi Martin is stitched too!
 It is my second design from Lisi Martin's paintings in fact!

Lisi Martin / Spanish Postcard Painter
You may find more info about her from this post!

I simply love her postcards! Therefore I've tied to adapt some of them! In this context, there is one more design  which is waiting for to stitch!   

However, as we are all prepared to meet the winter;  I am going to return to my winter stitching! There is a queue in that spot too! 
  
 So, wait for me :))))))

I wish you all a very happy weekend!

♥Happy stitching♥


Merhaba Dostlar,

Çizdiği çocuklara ve kartpostallarına hayran olduğum İspanyol ressam Lisi Martin'den bir kartpostal uyarlamasını daha bitirdim. Tasarıma başladığım ilk zamanlara ait bir tasarım bu! Geçen yıl şablonunu blogdan paylaşmıştım ama işlemek bugüne nasip oldu. 

Lisi Martin renkleri ve ışığı çok iyi kullanıyor; dolayısıyla onu kanaviçeye yansımak pek kolay olmuyor.

Dilerim, bu uyarlamayı beğenirsiniz. Geceleri yaptığım için işlemelerde ufak tefek kusurlar oluyor; onları görmezden gelin olur mu?

Kasım geldi geçiyor; bazı astrologlara göre iki yıl sürecek bir kışa giriyormuşuz. "Valla bana uyar" dedim ve madem öyle olacakmış diyerek, biraz yaz biraz bahar kokan işlemelere bulaştım gördüğünüz gibi... 
Ama artık kış işlemelerine dönme zamanı da geldi.İşlenmeyi bekleyen bir hayli kış şablonu var sırada....

Ne demişler "Az laf çok iş"
Üzerine kimse gelmeden yeni işimin üzerine yine ben kalkayım bari :))))))

Son Söz:

Ülke gündemi yine altüst! Ancak olanları küresel olaylar açısından değerlendirmeden, yerel anlamak mümkün değil. Olan biten hiçbir şeye, bir kaç kere karşı görüşlerle tartmadan yorum yapmamaya çalışıyorum. Gerçekten de toz duman altında olanları anlamak, normalden uzun sürüyor. 

İçten dileğim hakkımızda hayırlısı olması....

Sevgiyle

Make A Wish / Bir Dilek Tut

$
0
0



Hello Dear Friends, Hello December,

My favorite month of the year finally arrived! Despite recent  developments that marred the joy, "my mood" I'm trying to uphold!

Since a long time I'm doing my embroidery through templates as you know! This method is the occasion to make more attentive embroidery! But I do not want to lose my ability to embroider without templates!  

In order to test myself,  I did not use a template for this time! 
Here is the result! I think,  I proofed  myself that I still have this particular ability :))

Well, I named it " Make a Wish" which is adapted from a retro New Year postcard!
Stitching did not take long (only 3 but long nights)


I've already made my wishes for 2016 too; " for my family, for my country and for the whole world " with this piece!  (One single wish/pray may change the world, that I  truly believe)

Finally, I'd like to show  Nursun's (my twin sister) latest works! She made gift purses, notebooks and cushions with textile dyes! (Her inspiration is also vintage postcards)
You'll see them at the end  of this post!


*Happy stitching*


Merhaba Sevgili Dostlar,

Benim için yılın en güzel ayı gelip çattı; ancak gelişmeler bu ayın hiç de kolay geçmeyeceğini söylemekte...

Bir kaç gün önce karşıma çıkan bir kartpostal; neredeyse unutmak üzere olduğum doğaçlama ya da şablonsuz kanaviçe işleme yeteneğimi - özelliğimi kullanmak için iyi bir fırsat sundu bana.

Retro kartpostallar, az renk ve detay içerdiklerinden daha kolay uyarlanıyorlar kanaviçeye. Bu iş de onlardan biri. Az renk ve detay nedeniyle çabuk işledim. Aralık ayına bu işimle başlamak istedim bir de...

Ha unutmadan bu küçük iş "Eğitime Katkı" amacıyla 16 Aralık'ta yapılacak olan kermese gidecek. O nedenle adını " Bir Dilek Tut" koydum. İşlerken şahsen pek çok dilek tuttum; bence buraya göz atacak olursanız siz de tutun. Belli mi olur bakarsınız tutar...

Son olarak size Nursun' un vintage kartpostallardan ilham alarak hazırladığı (tekstil boyaları ve çuval karması ) hediye keseleri, defterler ve yastıkları göstermek isterim .

Akşamları beraber çalışıyoruz iğne ve fırçalarla. Keyifli oluyor doğrusu....

Sevgiyle, dostlukla ve umutla kalın....

  
Fotograflardaki çelenk düzenleme de aşağıdaki işler gibi Nursun' a aittir...








*-*-*-*-*

Nursun's Works / Nursun' un İşleri











An International Award and A Sheep / Uluslararası Bir Ödül ve Bir Koyun

$
0
0
We won Effie Award for Brand Communication Launch Campaign  in Ukraine
* * *
Effie Ödülü - Yılın En Başarılı İmaj Kampanyası katagorisinde Ukrayna' da Ödül Kazandık








Last week  was very exciting for us! 

In the third year of incorporation, our company has received an award; which made us very proud!! Therefore, I wanted to share this happy news here with you too!
----------------------------------------------------------
  "Effie Award"
The Effie Awards are marketing communications awards given yearly by Effie Worldwide, Inc., a nonprofit organization, to honor the most effective marketing communications ideas. Effie Worldwide's mission is to encourage effectiveness among the marketing communications industry through education and recognition.
The Effie Awards were started in 1968 in the United States by the New York, American Marketing Association a non-profit organization dedicated to advancing the art of marketing among professionals. The award expanded globally after its founding in the US, with the first programs emerging in Germany in 1981, in Austria, the Netherlands, Belgium and Switzerland in 1984, and in France, Chile and Peru in the early 1990s.
Today there are over 40 national and regional Effie programs worldwide — in Asia Pacific, Europe, Latin America, North America and the Middle East/North Africa. Effie programs honor the most effective marketing communications cases within a country, across regions and globally.
----------------------------------------------------------------------

There is no new embroidery today; I show  Nursun' s last creations and sheep's tutorial  instead!

Nursun hopes you enjoy it!

&
♥ A Happy New Week to you ♥


Dostlar Merhaba,

Bizim için çok özel bir ve sevindirici bir gelişmeyi paylaşmak istedim bu defa buradan. Bu tarz haberlerin etamin blogunda ne işi demeyin; bazen özel bir sevincin dostlarla paylaşılmasının yeri ayrı oluyor. 

3 yıl önce Ukrayna' da kurulan şirketimiz; bu yıl  başarılı  bir İmaj ve Marka Lansmanı Kampanyası ile uluslararası bir ödül kazandı. Son iki yıldır faaliyet alanımızdaki yerel ve uluslararası bütçelerin neredeyse tamamen kesildiği zor bir çalışma ortamında ve kısıtlı koşullarda yapılan çalışmanın ödüllendirilmesi; hepimiz için büyük bir motivasyon ve sevinç kaynağı oldu gerçekten...

Effie ödüllleri lk kez 1968 yılında Amerika' da verilmeye başlamış. Günümüzde 40 a yakın ülke ve bölgede verilen en prestijli ödüllerden biri. (Türkiye henüz bu ülkelere dahil değil) Effei yılın sonunda, en efektif iletişim kampanyalarına verilerek, hem bu şirketlerin tanınmasına, tanıtımına  hem de Reklam sektöründe bu alandaki farkındalığa ve bereberinde verilmesi gereken eğitime katkıda bulunuyor.

Dilerim devamı da gelsin ♥

Bu defa etamin paylaşmayacağım (henüz paylaşılacak bir iş yok) Sadece en son biten güllerin tepsi haline nasıl geldiğini göreceksiniz. 

Bugün sahne Nursun' un!  Son zamanlarda sayısı artan Zihni Sinir projelerini paylaşmaya devam ediyorum. Dün akşam, aşağıdaki Primitif (İlkel stil) koyunu yaptı. Daha küçükleri de yolda. Bilen bilir, eskiden beri koyun oyuncaklara ve onun farklı malzemelerle yapımına düşkündür bizimki. 

Bu defa da beyaz renk yerli çuval,sık atmalı ithal çuval (boyaması daha kolay oluyormuş) kareli kumaş, kurdele, çıngırak ve düğme kullanarak yaptı. Ayaklarında tahta çöp şişler var. İçi de elyaf.

Evin diğer zamanlarına göre çok daha cılız dekorasyonuna katıldı bile...
 ( Bu yıl geçici taşındığımız kira evinde kolilerle yaşadığımız için dekorasyon neredeyse yok gibi- bizim apartman 40 yıllık yuvamız - yeniden yapılmak üzere yıkıldı çoktan)

Neyse gelelim koyunun yapım aşamalarına! Fotograflandı ve aşağıda. 

İyi haberlerin alındığı, güzel bir hafta dilerim.

Sevgilerimle,




NURSUN'S PAINTING



PRIMITIVE SHEEP AND TUTORIAL




Tutorial / Yapım Aşamaları





My Nicholas versus Her Nicholas / Noel Baba' ların Kapışması (Keşkül de İşin İçinde)

$
0
0



Hello Dear Blogging Friends!

I hope you have a wonderful weekend ! Our weekend is lasting as good as possible!

Just a while ago; Santa, I wrote a story in connection with Santa, holly, a dog and a sparrow . It was posted here once! There were no any related pattern or images at that time!  

After a long time, I was looking for a proper  illustration, images or inspiration to force me to design!

Then one day, I met the illustration to exactly fits the Old Nicholas of the tale!

I've made its design a couple months ago ( for twice- first was a bit failure) and completed today!

As you may notice I made changed its hollies. 

Its tale is in Turkish but through the translation button you can read it in your language too!

Nursun was was very active and industrious in the last week and this weekend!
She's made a number of toys, which you can see below too!

Such activities charge us anonymously in front of the circumstances! No matter what, makes our spirit high ! 

Have a wonderful new week!!!

♥♥♥

Bundan iki sene önce; yılbaşına doğru, içinde Noel Baba, bir köpek, bir kırlangıç ve hasta bir çocuğun olduğu bir hikaye yazmış ve yayınlamıştım.

Eskiler bilir, hikayesiz etamin yayınlamazdım; o hikaye istisna oldu.

O zamandan, gözüm hikayeye oturacak bir Noel Baba çizimi, resmi ya da fotosu aramaktaydı

Nihayet eski bir çizim; arayışımı sonlandırdı. İlk desen girişimim pek de başarılı olmayınca uzun aylar boyunca kenarda tuttum ta ki ikinci denemeyi yapıp sonucu beğenene kadar.

İşte bu Noel Baba, ikinci desen. Nihayet işledim ve yılbaşına yetiştirdim. 

Hikayesi de yeniden aşağıda. Okurken gözünüzde daha bir canlansın istedim; okumayanlar da yeni bir yılbaşı hikayesi diye okusunlar.



Nursun' da hiç boş durmadı; yaptıklarını da paylaştım aşağı da. Burada belirtmem gerekir ki tüm oyuncaklar onun ilk denemeleri. O da ben de kurslara gitmedik (vaktimiz de olmadı) Yani herşey doğaçlama ve hayal gücü.

Bakalım kimin Noel babası kiminkini dövecek- geçecek. 

Jüri sizsiniz :D

İçimizdeki sevgi, umut ve samimiyeti hiç kaybetmeyeceğimiz bir hafta olsun dilerim...

♥ Sevgi ve dua ile ♥














♥♥♥

Old Santas and Toys by  Nursun/ Nursun' un Noel Babaları ve Oyuncakları















Our Tree with Nursun's toys

We use our old galvanized stairs for this year's Christmas Tree!
Everything including wreath with painted stockings made by Nursun!

May we call a homemade tree? I guess we may!!!

♥♥♥ 

Bu oyuncaklar ne mi oldu ? Bakın ne oldu!!!!

Boya, badana, tamir-tadilat vs. de kullandığımız lekeli, eski galvaniz merdiven; bu evdeki yılbaşı ağacımız; Nursun' un oyuncakları da dekorasyonu oldu.

Çelenge çorap da boyamıştı; onu da astık; oldu mu sana ağaç!!!

Bence pek  de güzel oldu; ne dersiniz???

,






♥♥♥ 


KÜÇÜK KIRLANGIÇ VE YENİ YIL HEDİYESİ




İşte Keşkül bu!
Aşağıdaki hikayenin ana karakterlerindedir.

Gerçek hayatta, İzmir' de Colette' lerin evinde ve pek çok patili dostuyla yaşıyor.
Son zamanlarda hastalıkları ve ağrılarıyla da boğuşuyor.

Ona dua edin, şifa dileyin e mi???


****************



Çok çok eskiden, çok çok çok uzaklarda;  çalışkan insanların ve huzurun hakim olduğu çok güzel küçük bir ülke varmış...

Bu ülkenin çalışkan ve gözlerinin içi gülen insanları; sabahları erkenden kalkar, önce hayvanların yemlerini, sularını verir; sonra da kuzinelerde henüz pişmiş taze ekmek, ormanlardan toplanan meyvelerden yapılmış reçel ve mis gibi tereyağında ibaret kahvaltılarını; yine henüz sağılmış taze süt eşliğinde içer; günlük işlerinin başına geçerlermiş.

Yolda birbirini gören herkes; sevinç ve neşeyle "Günaydın komşum, böyle güzel bir günde tüm işlerin rast gitsin; selametle" diye seslenir ve dudaklarındaki gülümsemeye eşlik eden ıslıklarla yollarına devam ederlermiş...

Ülkenin kristal berraklığındaki dereleri ve gölleri, yemyeşil ormanları ve çayırları her yıl binlerce göçmen kuşu kendisine çekermiş.


Leylekler, turnalar, yaban kazları, pelikanlar, balıkçıllar ve daha yüzlerce çeşit kuş; ormanları, tarla kenarı ağaçlarını, çayırları, gölleri ve akarsuları kendisine mesken edinirmiş.
Göçmen kuşların arasında bir kırlangıç ailesi de varmış.

Bundan tam 5 yıl önce, orman kıyısındaki köyde, köyün çobanın evinin çatısındaki küçük bir aralığı gözlerine kestirmiş ve yavruların rahat büyüyeceği kararını verip; oraya taşınmışlardı. O günden bu yana her yılın Mart ve Eylül aylarını geçirdikleri bu yuvada, her yıl iki tane yavruyu mutlu mesut büyütmeye başlamışlar.


*-*-*

Mart ayı sonlarında dünyaya gelen yavru kırlangıçlardan biri pek bir yaramaz,  bir o kadar da meraklıydı.  Yumurtadan çıktığı ilk günden itibaren etrafı keşfe çıkmaya yeltenen küçük yavrunun adı, taşıdığı özellikler nedeniyle "Yumurcak "olmuştu.

Gözleri gülen insanların güzel ülkesinde zaman hızla akıp gidiyordu. İçine her türlü renk ve kokunun doluştuğu güzelim bahar ayları, yerlerini yavaş yavaş yaz aylarının sıcak ve uzun günlerine bırakmaya başlamışlardı.

Kırlangıç ebeveynler; aileye yeni katılan yavruların sağlıklı büyümesi ve birkaç ay sonra çıkacakları uzun yolculuğun zorluklarına katlanabilmeleri için hummalı bir faaliyet içindeydiler.Bu nedenle küçük köy evinin çatısından cıvıldaşmalar ve kanat sesleri hiç eksilmiyordu.

Bu ilkbahar yuvaya katılan yeni yavrulardan "Yumurcak" bastırılması mümkün olmayan iştahı nedeniyle, anne ve babasının bitmek bilmez yiyecek uçuşlarından en fazla payı almak için her türlü numarayı, daha yumurtadan çıkar çıkmaz öğrenmişti bile...

Kızkardeşi, Yumurcak'ın aksine çok nazik ve sessiz bir yavruydu. Kardeşinden kalan yiyecekleri yemek için sırasını bekler; genelde küçük yuvanın kuytu köşelerinde çıkacağı uzun uçuşa saklamak üzere enerjisini boşa harcamamak için büzülüp uyurdu.

Yumurcak onun bu sürekli uyuyan hallerine ve sessizliğine şaşırıp kalmaktaydı. Öyle  ya; içinde çok sayıda farklı kuş ailesine evsahipliği yapan bu çatının keşfedilecek sayısız köşesi ve tanışılması gereken çok sayıda komşu varken; böyle bir köşeye çekilip uyuklamak neyin nesiydi?

Gözlerinin ayrıntıları seçmeye başladığı ilk dakikalardan itibaren, uzaktan izlemeye aldığı iri bir kuş çok ilgisini çekmekteydi. Gagasını tüylerinin içine gömüp uyuklayan bu kuşun, Bilge Baykuş olduğunu annesinden öğrenmiş ayrıca" Sakın yanına yaklaşma, bizim için tehlikelidir" nasihati ile tembihlenmişti.

Bir diğer tarafta yine gündüzleri çatıdaki tahta bir uzantıya başaşağı asılı uyuyan ve gecenin bastırmasıyla kendini dışarıya atan garip kara yaratığın, Yarasa olduğunu da annesi söylemişti. Annesinden duyduğuna göre o uçan ancak kuş olmayan memeli bir canlıydı.

Yumurcak; hergün öğrendikleri karşısında şaşkına dönerken, duyduğu ve gördüğü herşeyi unutmamak üzere beynine de adeta kazıyordu.


Küçük kırlangıç ve kızkardeşi; ebeveynlerinin, etraftaki bereketli çayırlardan toplayıp getirdikleri yiyeceklerle karınlarını tıka basa doldurup, günden güne büyümeye devam ediyorlardı.

Yumurtadan çıkalı haftalar olmuş; artık tüyleri doğduklarında çıplak olan vucütlarını örtecek kadar oluşmuş hatta artık ilk uçuşa hazırlanmak üzere kanatlarını çıpmaya bile başlamışlardı.

Her doğan yeni gün, bu küçük kırlangıç yavrularını, bir gün evvelden daha da büyümüş buluyordu sevinerek.

*-*-*

Yumurcak, doğasındaki fazla merak ile etrafı dikkatle araştırmaya girişmiş ve doğup büyüdüğü çatı katının hemen her sakini ile tanışmıştı bile...Ancak onun asıl ilgisini; yuvanın bulunduğu tahta çatının üzerindeki budak deliklerinden, artık daha net gördüğü insanlar ve sesler çekmekteydi.

İlk kez bir kaç gün önce yuvadan ayrılıp yanına kadar gittiği büyük budak deliği, ona, bambaşka bir dünyayı ve insanları gösteren sihirli bir pencere işlevi görmüştü çoktan.


Bu sihirli keşfi yaptığı günden  itibaren; anne ve babasının yuvadan ayrıldığı ilk andan; ağızları yemek dolu geri döndükleri ana kadar; bu budak deliğinin başından ayrılmaz olmuştu.

Ama gördükleri içinde asıl ilgisini; tam da baktığı deliğin altında sürekli yatan küçük kız çocuğu çekmişti.  Uzun saatler boyunca kımıldamadan yatan ve gözlerinden sadece hüzün okunan bu kız çocuğu; tıpkı Yumurcak'ın gözlerini kırpmadan uzun uzun baktığı gibi gözlerini kırpmadan uzun uzun tavana bakıyordu.

Yumurcak, bu küçük kızın da tavana bakarken; kendisini görüp görmediğini ve neler düşündüğünü öğrenmek için dayanılmaz bir istekle kavrulmaya başlamıştı. Ayrıca kardeşleri koşup oynarken neden sürekli yatakta kalmak zorunda oluşunun sebeplerini de bir o kadar merak etmekteydi!


Günlerden bir gün; uzak köşeleri de keşfetme isteğiyle gezinirken, tavan arasının köşesinde; tahta kalasların eğriliği nedeniyle kalan açıklıktan aşağıya daha ne olduğunu anlamadan paldır küldür düştü.

Şaşkınlık ve korku cıvıltılarını önce küçük kız duydu. Yattığı yerden doğrulamayan küçük kız, avazı çıktığı kadar bağırarak, evde bulunan herkesi kısa sürede odaya toplamayı becermişti.

Önce anne geldi koşarak;-“Ne  oldu; bir yerin mi ağrıyor evladım?” Küçük kız yattığı yerden doğrulmaya çalışarak – “Annecim, dinle odanın içinde kuş cıvıltıları var ama yardım ister gibi; ne olur onu bul, yaralanmış olabilir, ölmesin” dedi halsizce.

Evin ahalisi küçük odanın her yerini didik didik aradılar ve nihayetinde; odanın köşesinde duran eski bir ceviz sandığın arkasına sıkışmış olan küçük kuşu buldular. Ona bakan anne 

 – “Çok korkmuş” dedi. –“Bir bakalım bir yerini incitmiş mi?”…

Küçük kuş; sıkışıp kaldığı yerden kımıldayamadığı için onu, olduğu yerden çıkartmak kolay olmuştu. – “Aa bu daha çok küçükmüş; kanatları bile tam oluşmamış; buraya nasıl düşebildi ki?” diye şaşkınlıkla sordu anne, sorusuna bir cevap beklemeden.  Kuşu biraz inceleyince, sağ kanadının kırıldığını fark etti. Küçük kuş acıyla cıvıldaşır gibi ses çıkardı ellerinin arasında. Küçücük beden, annenin avucu içinde, korkudan ve acıdan neredeyse görünmeyecek kadar büzülüp kalmıştı.  Hasta çocuklara karşı hiç dayanıklı olmayan anne yüreği; onun, elleri arasında çektiği ağrıyı ta en derinden hissetti. Kendi küçük yavrusuna duyduğu acı ve merhamet duygusu; bu kez bu küçük kuş yavrusunun çaresizliği için yükselmiş; boğazına taş gibi oturmuştu.

Etrafına merakla toplanan çocuklarına -“Babanız gelince karar verelim; bu küçük yavru kendi yuvasında iyileşebilir belki ama çok da emin değilim, sanırım biz baksak daha iyi olacak ” dedi.

Akşamın inmesiyle beraber baktığı koyunları sahiplerine teslim eden baba, kendilerine ait koyunları önüne katıp eve gelmişti.  Kapıdan içeri girer girmez; çocuklar heyecanla ona doğru koştular. Baba “neler oluyor der gibi” anneye baktı.

Anne kısaca durumu özetleyip; küçük kızın yastığının yanı başına özenle yerleştirdikleri pamukların arasında bitkin yatan kuşu gösterdi. Baba, kısa bir zaman durakladı; bu kadar küçük yaralı bir kuşun kuşun yaşaması neredeyse mucizeydi. Daha tüyleri dahi yeni yeni çıkan bu küçücük yavruya nasıl bakıp nasıl yaşatacaklardı ki? Sonra gözleri küçük kızına ilişti. Eve her döndüğünde bitkinlikten açılmayan gözleri bu kez heyecanla parlıyor; merakla yanı başında yatan küçük kuşa bakıyordu. Baba daha ağzını açmamıştı ki, küçük kız heyecanla – “ Baba, lütfen burada kalmasına, bana arkadaşlık etmesine izin ver” dedi. Küçük kızın yüzüne gelen renk gözlerine inen parıltılar; babanın kararını çabuk vermesine sebep olmuştu. Bundan böyle küçük kuş; kızının odasında, onun yatağında bakılacak ve iyileştirilmeye çalışılacaktı.

Günler günleri kovaladı. Evin ahalisi Yumurcak’ ı beslemek üzere; sabah erkenden bahçeden börtü böcek topluyordu. Toplanan yiyecekleri ezip lapa haline getiriyor ve bir çöp yardımıyla Yumurcak’ a yediriyorlardı. Son birkaç gündür; kuşun yemeklerini küçük kız yedirmeye başlamıştı. Onun için sürekli yatar pozisyondan yana dönüp hareketlenmişti üstelik. Annenin de babanın da kalbi heyecanla atıyordu onu böyle her gördüklerinde. Bu küçücük kuşun gelişi mucize gibiydi. Belki kızları da böyle böyle daha da iyileşebilirdi.

Yumurcak, kanadındaki ağrıların zaman içinde kaybolduğunu, giderek güçlendiğini ve tüylerinin uzadığını anladığında aradan haftalar geçmişti. Aradan geçen zamanda; yukarıdan merakla izlediği küçük kızı daha yakından tanımaya başlamış; zamanının tamamını onunla paylaşmış; cıvıltılarını onun kahkahalarına karıştırmıştı.

İlerleyen zamanla beraber içinde yavaş yavaş oluşan bir dürtü ile artık ayrılma zamanının geldiği kulağına adeta fısıldanıyordu. İç sesi “ hadi Yumurcak, buralarda daha fazla kalamazsın, çırp kanatlarını; yemeğin,suyun ve yeşil otların bol olduğu sıcak bir ülke seni bekliyor” der gibiydi. İçinden yükselen bu duygunun etkisiyle kanatlarını daha da çok çırpmaya başladı bir gün. Sonra yatağın kıyısına kadar gelip kendini aşağıya bıraktı.

Küçük kızın çığlıklarıyla odaya giren anne; küçük kırlangıç yavrusunun, odanın ortasında yerde kanat çırpmaya çalıştığını; ancak yanlış kaynayan kemik yüzünden sağ kanadının işlevsel olmadığını ve bu nedenle küçük kuşun yerden yükselmek için kanatlarını her çırptığında kendi etrafında daire çizdiğini gördü. Elindeki bezi kuşun üzerine atıp kendini yaralamadan durdurdu anne.

Yerden aldığı küçük kuşa – “Üzgünün küçüğüm; sen bu kırık kanatla, ırkının uzun göçüne katılamazsın”  dedi. "Küçük kızımın tek arkadaşısın; senin yollarda ölmene izin vermeyeceğim.”

Ancak Yumurcak’ ın genlerinde kodlanmış olan göç arzusu öyle güçlüydü ki sonbaharın ilk günlerinden itibaren son göçmen kuşun sıcak ülkelere göçüşüne kadar onu küçük kafes içinde tuttular. Uçmak için kendini oradan oraya atarsa yaralanmasın diye de içini keçeyle kapladıkları kafesin adresi yine küçük kızın yatağıydı.

Küçük kız; kafesteki tek arkadaşının çırpınmaları ve hüzünlü cıvıltılarını dindirmek için bildiği tüm masalları anlatmaya başlamıştı ona. Masalların heyecanlı yerlerinde Yumurcak’ ın cıvıltıları da artmaya başlamıştı. Tüm huzursuzluğuna rağmen sanki ona anlatılan herşeyi anlıyor ve tepki veriyordu. Küçük kız, kuşun verdiği tepkilerin; anlattıkları ile örtüştüğünü fark etmiş; sonrasında aklına gelen her şeyi anlatmaya başlamıştı zaten.

Evin içinde yaşayanlar; yatak odasından gelen kahkahalarla karışık kuş cıvıltılarını artık kanıksamışlardı. Küçük kız ile kırlangıcın dostluğu da çoktan dilden dile, kulaktan kulağa anlatılmaya başlamıştı bile…

Derken bir gün; yürekleri ve yüzleri güzel insanların ülkesine ilk kar düştü.

Göç zamanı bittikten bu yana sakinleşen kırlangıç; dışarıyı rahat görsünler diye pencerenin yanına çekilen yatağın üzerine çıkıpta yağan ilk karı görünce merak ve heyecanla cıvıldadı. Küçük kız “ Kar yağıyor; artık kış geldi” dedi. 

Sonrasında yanında bir dışarıya bir de kendisine bakan kçük arkadaşına, kış ile ilgili bildiği ne varsa bir bir anlatmaya başladı. Kardan adamı, kızakla kaymayı, paten yapmayı, yılbaşını, Noel babayı, bildiği tüm kış masallarını, şarkılarını her şeyi ama bildiği her şeyi anlattı kırlangıca.

Kışın gelmesi ve karların yağmasıyla beraber; baba bütün vaktini evde geçirmeye başlamıştı. Onunla her gün koyun gütmeye giden  köpeği Keşkül’ de artık tüm vaktini aileyle beraber evde geçiriyordu.Keşkül, 7’ li yaşlarının ortasını süren; bal rengi gözleri, sarı-beyaz tüyleri ve koca kulaklarıyla çok uysal ve sevecen bir köpekti. Evin tüm çocuklarıyla dosttu ama en çok küçük kızı severdi. Zamanın çoğunu, küçük kızın odasında ve kırlangıç ile geçirmeye başlamıştı. Kısa sürede kırlangıçla çok güzel bir dostluk bağı kurdular; öyle ki Yumurcak yatakta olmadığında; onu buldukları yer Keşkül’ ün  tüylerinin arası olmuştu artık.

Yumurcak yoğun bir tipinin dışarıda hüküm sürdüğü bir gün “ Keşkül” dedi. 

“ Sen hep dışarılardasın, ben daha bir kez bile dışarı çıkmadım daha. Çok da merak ediyorum kar nasıl bir şey, dışarıda neler var? Beni de yanına alır mısın bir kez?”

 –“Dışarısı çok soğuk, donar ölürsün!” dedi Keşkül.
–“ Ağzının içi sıcaktır ve tüylerinin arası da sıcak; beni öyle taşısana bir defa” dedi Yumurcak. –“ Sadece bir defa”

Keşkül Yumurcak’ ın yalvarma cıvıltılarına dayanamadı sonunda ve kimseye göstermeden açık ağzının içinde dışarıya çıkardı onu. İlk kez kendi gözleriyle gördüğü dünyanın güzelliği ve büyüklüğü Yumurcak’ ı büyülemişti adeta. Soğuğun; ağır bir tokat gibi Yumurcak’ ı vurması çok kısa sürmüştü ama. Keşkül, bunu farkedip derhal içeri girmese ölümü an meselesiydi. İri köpeğin ocak kenarına bıraktığı Yumurcak kendine gelir gelmez, tekrar dışarı çıkmanın hayalini kurmaya başlamıştı bile…

Artık yılbaşı çok yakındı. Bir gece yarısı, küçük kız birdenbire çok ağır hastalandı. Yaz aylarından bu yana giderek iyileşme gösteren hastalığı; olanca gücüyle binmişti küçüğün bedeninin üzerine. Gözlerini açmadan; yerinden kımıldamadan günler geceler boyu hareketsiz yatıyordu ve herkes çaresizce onun bir an evvel iyileşmesi için dua ediyordu.

Yumurcak; canı kadar sevdiği küçük kızın bu hallerine çok üzülüyordu. Keşkül’ le kafa kafaya verip uzun uzun konuşur olmuşlardı günlerdir. – “Mutlaka bir yolu olmalı” diyordu Yumurcak; -“Olmalı ama ne?”

Son birkaç gündür evdeki tüm çocuklar Noel Baba’ dan istedikleri hediyelerin listesini yapıyor, kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu konuşmaları dinlerken Yumurcak sevinçle

–“Buldum Keşkül buldum.

-“Noel Baba’ dan küçük arkadaşıma sağlık isteyeceğim”. Madem Noel Baba çocukları sevindirmek için bir gecede dünyayı dolaşabiliyor; bizim küçük arkadaşımızı da iyileştirebilir pekala”.

-İyi de Noel Baba’ yla nasıl konuşacaksın?” diye sordu Keşkül.

– “Çocuklar onun Kuzey Kutbu’nda olduğunu söylüyorlar; orası çok uzak değildir nasılsa, sen beni götürürsün” dedi sevinçle.

Kuşun heyecanlı hali Keşkül’ ü de heyecanlandırmış; küçük kıza ve kırlangıca yardım etmek için içinde dayanılmaz bir istekle yerinde duramaz hale gelmişti.

-Ben bilmiyorum ama çatıdaki Baykuş her şeyi bilir, ona sorabiliriz ” . 

Kuyruğunu ve kulaklarını sallaya sallaya koşup geldiği mutfak şöminesinin yanındaki masaya çıkarak, tahta aralarından seslendi;

– Bay Baykuş; yardımınıza ihtiyaç var. Lütfen buraya doğru gelir misiniz?

Usul usul yaklaşan ayak sesleri kesildiğinde tok bir ses duyuldu

–“ Bana mı seslendin Keşkül? Ne istiyorsun?”

– “Evet sizden Noel Baba’ yı nerede bulabileceğimizi öğrenmek istiyoruz.  Bu sorunun cevabını ancak siz verebilirsiniz ”

Bir müddet sessizlik oldu; ardından

–“Noel Baba Kuzey Kutbu’nda ama hayal dünyasında yaşar. Onun dünyadaki canlılar tarafından görülmesi ancak çok özel koşullarda mümkündür” dedi Baykuş.

 – “Nedir o özel koşullar; bize söyler misiniz ?” .

Baykuş’un tok sesi bir kez daha duyuldu.

–“Fedakarlık”

–“Düşünmeden, sorgulamadan; sahip olduklarını sevdiğin biri için feda edebilmek. İçtenlikle yapılan fedakarlıklar, bizlerin görmediği başka alemlerde parlak izler bırakır. O alemlerde ne zaman parlak bir iz  oluşsa; hayal dünyasından gerçek dünyaya bir kapı açılır. Açılan kapıdan melekler ve Noel Baba dünyaya iner. Siz de öyle bir kapıyı açmalısınız ki Noel Baba’yla konuşabilesiniz...

 –“Bay Baykuş, bu kapıyı nasıl bulacağız?” diye sordu tekrar Keşkül.

–“O kapı açıldığında gökyüzünde kuzey de ışıkların dansı oluşur kısa süreliğine; işte o ışıkların başladığı yerde kapıyı arayın”......

Onun uzaklaşan ayak seslerine kulak asan Keşkül; arkadaşına dönüp sevinçle

 –“O ışıkların nerede olduğunu biliyorum ben; üstelik buraya hiç de uzak değil. Gecikmeden hazırlanalım , bu gece herkesin yatmasını bekleyip çıkarız seninle. Oraya varana kadar tüylerimin arasında, ağzımın içinde  sıcak kalırsın merak etme”.

Gece ev ahalisi uykuya çekildiğinde; Keşkül ve Yumurcak; usulca çıktılar evden. Dışarıda dondurucu bir soğuk ve ayaz; zaman zaman esen buz gibi bir rüzgar vardı. Yumurcak; Keşkül’ ün boyun tüyleri arasına sığınmasına rağmen tüylerin içine kadar işleyen soğuktan titremeye başlamıştı.

Ağılın yanındaki çitlerden atlayarak az ilerdeki çam ormanın içine doğru ilerlemeye başlayan Keşkül bir taraftan da arkadaşını soğuktan korumak için omuzlarını ileriye çıkarmış; boynunu olabildiğince içe çekip sıcaklığın sabit kalmasına gayret ediyordu. Arada da –“İyi misin, hava çok soğuk, sen üşüyor musun diye” soruyordu. Küçük kırlangıç, arkadaşının bu gayretini görüp minnet hissiyle –“ Hayır, üşümüyorum, sen devam et” diye cıvıldıyordu.

Ulu çam ağaçlarının içinde ilerlemeye başlayalı hayli olmuştu. Gökyüzünde fenerler gibi göz kırpan yıldızlara bakarak yön tayin eden Keşkül; ormanın içindeki bir açıklıkta durdu. – “İşte burası” dedi. –“ Kapının açıldığı yer burası olmalı. İçimdeki ses bana burada durmamızı söylüyor.. Boynumda üşümüşsündür; ağzımın içi daha sıcak oraya geç dedi arkadaşına"....
Ondan ses çıkmayınca üstelemedi. Tüm dikkati gökyüzündeydi çünkü.....

Gecenin ayazı; içine gömüldükleri karlar ve uzaktan duyulan kurt ulumaları bile Noel Baba ile konuşmak üzere bekleyen bu iki arkadaşı yıldırmıyordu.

Saatler gibi geçen uzun dakikaların ardından, birden bire başlayan derin bir sessizlikle beraber gökyüzü yeşil, eflatun, mor, mavi ve adlarını bilemedikleri sayısız renkle dolduğunda; Keşkül ayağa kalktı. –“Görüyor musun Baykuş’ un söylediği kapı açılmış olmalı; hadi Noel Baba’ yı görmek için kapıyı bulmalıyız” dedi. . İri köpek, kapıyı bulmak üzere bir sağa bir sola koşuştururken; arkadaşından ses çıkmadığını fark edememişti. Şimdi tek amacı kapı kapanmadan diğer tarafa geçebilmekti.  

Biraz sonra,  uzaktan kızak çanlarının sesi duyulmaya başladı. Keşkül; sesin geldiği tarafa döndü ve az ilerden gelen kızağı fark edip beklemeye başladı. On adet Ren geyiğinin çektiği kızak, tam önünde gelip durdu.İçindeki kırmızı giysili, güler yüzlü yaşlı adam; sakallarını sıvazlayarak ona doğru eğildi.

 – “Merhaba Keşkül” 

-“Noel Baba, çok sevindim sizi gördüğüme; arkadaşımla beraber sizi görmek ve konuşmak için uzun zamandır bekliyoruz burada”

- Arkadaşın artık yok Keşkül; o gitti! Beni görebilmek için açılması gereken kapı, onun fedakarlığı ve gitmeyi kabullenmesi sayesinde açılabildi çünkü!”

Keşkül duyduklarına inanmamış olacak ki -“Yumurcak, bak Noel Baba burada, konuşabilirsin artık” diye seslenmeye devam ediyordu. Noel Baba, köpeğin boynuna uzanıp; bir müddetten beri kaskatı olan küçük bedeni eline aldı, kırmızı cübbesinin arasına koydu ve sordu.

-“Ölümü pahasına onu buraya sürükleyip benimle konuşmasını gerektiren konu neydi?”

Keşkül, o yaz yaşananları, küçük kızı, çoban ailesini ve isteklerini söyledi Noel Baba’ ya.  Kırlangıcın en yakın dostu olan küçük kızı iyileştirmek için ondan yardım istemeye geldiğini de anlattı.

Köpeğin anlattıklarını dinleyen Noel Baba;

- “Küçük bir kız çocuğu için kendi hayatlarınızı hiçe saymış; buralara kadar gelmişsiniz”. Kendi hayatından vazgeçecek kadar birini sevmek, zorluklara rağmen yardım etmeye çabalamak, diğerlerinin ihtiyaçlarını, kişisel ihtiyaçlarından daha öne çıkarmak ve daha az önemsemek bu evrende bulunabilecek en değerli özellikler ve düşüncelerdir. Siz ikiniz, bir insan için hayatlarınızdan vazgeçecek kadar büyük bir fedakarlıkta bulunmakla; dünyaya açılabilecek bütün iyilik kapılarını da açtınız. Bunun için ödüllendirileceksiniz!” .


♥♥♥

Keşkül; Noel Baba’ dan duyduklarının sevinciyle kuyruğunu sağa sola sallamaya; karlar üzerinde dans etmeye başlamışken; ağılın yanındaki çitin kenarında yetişen “Çoban Püskülü' nden” kopup kuyruğuna takılı kalan küçük bir dal da Noel Baba'nın kucağına düştü... Noel baba, kucağına düşen küçük dal parçasını eline alıp, kaldırdı ve "Hımm, evet, tabii ya, neden olmasın? dedi.


♥♥♥
  


Yılın son günü, sabah güneşi pırıl pırıl bir gökyüzüne doğdu.

Karların üzerinde ışıklar saçarak dans eden güneşin yansımaları da küçük kızın kapalı olan gözlerinin üzerine düştü.

Küçük kız göz kapaklarında dans eden güneş ışıklarının gölgelerine açtı gözlerini ve açar açmaz sevinçle yerinden fırlayıp; -Bugün yılbaşı, bugün yılbaşı” diye bağırdı. Onun zıplayarak yataktan atladığına önce Yumurcak şahit oldu; sonra da Keşkül…

Yumurcak; küçük kızın ardınca gitmeye yeltendiğinde; kullanamadığı kanadında farklı bir güç hissedip çırptı. Onun yerden hızla havalandığını görenler, gözlerine inanamadılar….


Rivayet odur ki; küçük bir kızın hayatını kurtarmak için kendi hayatlarını tehlikeye atan bu iki arkadaş; hediye dağıtmakla görevli Noel Baba’ ya ilk hediyeyi veren canlılardır.  Verilen ilk hediye de bir çoban püskülü olduğu için; o gün bugündür Noel Baba’ nın şapkasının kenarında, hep küçük bir Çoban Püskülü dalı bulunur. 

İşte o zamandan beri çoban püskülü, yürekten hediye vermenin ne kadar önemli olduğunu hatırlatan sembollerden biri olmuştur….



Yumurcak’ a gelince; 
o kışı izleyen ilkbaharın sıcak bir gününde; hayatının aşkına rastladı. Eşiyle beraber her mevsim; bir tanesi mutlaka babasına benzeyen iki yavru büyüttüler ve çobanın eski evinin çatısından hiç ayrılmadılar…



Reindeer Versus Red / Geyik ile Kırmızı Karşılaştığında...

$
0
0


 It is a Kirsten Schmidt Pattern!
Published on http://kissyeross.twoday.net/  in 2012





*-*
Bir Kirsten Schmidt Tasarımı
2012 yılında http://kissyeross.twoday.net/ adresinde yayınlandı.
(Bu fotografı çektikten sonra sol traftaki çam dalını yeniden işledim. Burada eksik hali ile görülüyor)







This work will be a pillow like as shown above. 
I don't wanna wait its completion to share! 
I suppose, it will be ready by this weekend!
*-*
Vaktim olduğunda fotograftakini andıran bir yastık olacak
.Büyük olasılıkla bu haftasonu biter; bir sonraki yayında bitmiş halini de paylaşırım.

My Teeny-Weeny ornaments / Mini minnacık Ağaç Süslerim

Last week, I've decided to make such teeny-weeny ornaments to hang our small tree!
A dozen of them have stitched already; last two are ready to complete! 
Wanna show, how they look on the tree :)
*-*
Geçen günler içinde, kafama koyduğum ağaç süslerinden yaptım. Çok kısa sürede bir düzine olan  
 (gecede 3-4 adet olmak üzere) yaptığım işlemeler, kırmızı ağırlıklı küçük ağacımızda çoktan yerlerini aldılar. Aşağıda nasıl olduklarına dair ipuçları var.







PS: It was a rainy week, and therefore photos's quality is really poor!  
Havanın koyu ve karanlık olması nedeniyle, resim kalitesi çok iyi değil maalesef!

REINDEER'S PATTERN!

I took my reindeers from above old pattern!

Geyiklerim bu eski şablondan, kar tanesi formu verdiklerim benim uyduruklarım...

*-*
This Week's Free pattern / Bu Haftanın Şablonu

Bu yeşilli hanımefendi de, 1950'lere ait retro bir kartpostaldan uyarlanmıştır.


♥Happy Stitching♥ 
*-*

Son yayından bu yana yapıp kotardıklarım bunlar..
Bakalım bizim evde gerçekleşen  geyik ve  kırmızı buluşmasını sevecek misiniz??

♥Sevgiyle♥



HERŞEY ASLINA GERİ DÖNER (devam)

Pamuk Nine, konuklarını, yüzünde büyük bir tebessümle "Hoşgeldiniz evlatlarım" diye karşılarken; baba ve kızı, bu karşılaşmanın ne denli önemli olduğunu, o an için elbette bilemezlerdi.

*-*

Köyün yakınındaki büyük kasabanın aksiliği ve kötülüğüyle tanınan tüccarı, her zamanki huysuzluğuyla uyandı. Alışılanın aksine, oldukça kötü uyumuştu. Ağzındaki acı tat, bir önceki gece fazlaca içtiği içki ve sigaradan olmalıydı. Daha gözlerini açmadan o güne başlamaktan nefret etti. Gerçi çocukluğundan bu yana daha hiç bir gün sevinç hisleriyle uyanmamıştı ki... 

Yoksul bir evin en büyük çocuğuydu. Alkolik bir baba ve her gün dayak yemekten bıkmış bütün hırsını kendisinden ve kardeşlerinden çıkaran bir annenin elinde büyümüştü. Kendini bildiği günden evde kavga ve dayak eksik olmaz, kursaklarına gidecek bir dilim ekmeği bile zor bulurlardı. Annesi günlerden bir gün açlığa ve dayağa daha fazla dayanamadığını söyleyerek, karşı evdeki genç adamla yoklara karıştı. Bir daha da onlardan haber alınamadı.

Evin büyük çocuğu olduğu için, işsiz alkolik babasının yerine eve para getirme görevi küçük omuzlarına kalmış, bulduğu her işte çalışır olmuştu. Yapmadığı iş kalmadı. Boyacılık, hammallık, seyislik.,, Daha çok küçük olduğu için bütün bu ağır işler bakımsız bedenini çok yıpratmıştı. İşler ağır olmasına ağırdı da bir de kışın soğuğunda, yazın sıcağında dışarda çalışmak olmasa... Doğru dürüst giyecek bir şeyi olmadığı için kışın soğuktan donar, yazın da güneşin altında derisi kösele gibi olana kadar yanardı.

Bütün bu şartlara rağmen kazandığı bir iki kuruş babasının içki parasına ancak yeter, genelede aç yatarlardı. Birgün babası sakladığı parayı bulmuştu da öyle bir dayak atmıştıki, yüzünde ölene kadar kalacak derin içler kalmıştı ona. O izler ki aynaya her bakışında insanlara olan nefretini hatırlatıyordu.

İki küçük kardeşi bakımsızlıktan öldüler sonunda. Yüreği öyle katılaşmıştı ki ölümlerine adeta sevindi. Böylece bakacak boğazlar eksilmişti.

Doğup büyüdüğü kasabanın en zengini bir kuyumcuydu. Bu kuyumcu, cimriliğiyle tanınan yaşlı bir adamdı. Birkaç aileyi geçindirecek kadar kazanmasına rağmen, kazandıklarını hiç yemez, yoksul bir insan gibi yaşardı. Zayıflıktan bir deri bir kemik kalmış; beli bükülmüş yaşlı bir karısı vardı. Çok istemelerine rağmen hiç çocukları olmamıştı ve bu nedenle her daim, evlerine çıt sesinin dahi yankılandığı derin bir sessizlik hakimdi. Sessizliğin içinde parmak uçlarında yürümeye alışmış kadın adeta kedi gibi süzülür, varlığıyla yokluğu hiç belli olmazdı.

Kuyumcu yaşlanmasına yaşlanmıştı ama parasına kıyıp işlerini gördürecek bir çırak almamak için epey direnmişti. Ta ki birgün hastalanıp dükkanını iki hafta boyunca açamayıncaya kadar... Bu iki hafta içinde eve hç para girmemiş; hastalığının son günlerinde her zamank kısıtlı olarak bulundurdukları erzak da bitince, evde ve işte genç bir insanın varlığının şart olduğuna karar vermişlerdi.

Kuyumcu ayağa kalkar kalkmaz kendine en ucuzundan bir çırak aramaya başlamış, bir tanıdığının tavsiyesiyle  gelen küçük çocuğu yanına almaya karar vermişti. Hem az para verecek hem de bütün işlerini gördürecekti. Doğrusu bu çocuğu seçmesindeki esas neden onun gözlerinde gördüğü nefret olmuştu. O yaşta bir çocuğun böylesine nefret dolu olması inanılmaz gibi geliyordu insana. "İnsanlara bu kadar nefret duyması iyi. Hiç olmazsa vaktini alacak arkadaşı olmaz, vaktinin tamamını çalışmaya ayırır" düşünceleri geçmişti aklından.

Gerçekten de hiçbir arkadaşı olmayan, neredeyse hiç konuşmayan bu çocuk; kendisine hangi iş verilirse verilsin, kısa sürede herşeyi öğrenmiş, tüm sıkıntı, yorgunluk ve eziyete rağmen de hiç şikayetçi olmamıştı. Üstelik kuş kadar yiyor, işi bitince de yatıyordu...

Babası olduğunu söyleyen bir sarhoş kuyumcuya gelmişti bir defasında. Küçük çocuk, kuyumcunun yanında adamı dükkandan çıkarmış ve o yaştaki bir çocuktan umulmayacak bir kuvvetle vurmuş ha vurmuştu. Sonra da hiçbirşey olmamış gibi işinin başına geçmişti.

Sarhoş uzun bir zaman kımıldamadan yatmıştı da öldü zannetmişlerdi. Sonra da sürüne sürüne gitmişti. Onu bir daha oralarda gören olmamamıştı.

Aradan bir zaman geçmiş; küçük çırak her geçen gün daha fazla gelişme göstermiş, umulandan çok daha kısa sürede usta haline dönüşmüştü. Parmaklarındaki incelik ve yetenek; başta kuyumcu olmak üzere herkesi çok şaşırtmaktaydı.  

Günlerden bir gün, zaten hastalıklı bir bünyesi olan kuyumcu, masasının başında  yığılıp kaldı. Doktor geldiğinde artık yaşamıyordu. Zayıf bünyasi ve kalbi, daha fazla dayanamanıştı. Yaşarken, huysuz, geçimsiz ve cimriliği nedeniyle; ertesi gün sade bir törenle yapılan cenazesine, kasabadan hemen hiç kimse katılmamıştı  

Koyu ve yağmurlu bir gündü. Cenaze töreninden eve döndüklerinde kadın ağlamaktan bitap bir şekilde yatmış bir daha uyanmamıştı. Neden öldüğü belli değildi, Ard arda yaşanan bu beklenmeyen ölümleri, eve aldıkları çırağın uğursuzluğuna bağlayan kasaba halkı;hayatı yeterince zor olan içe kapanık bu çocuğu tamamen dışlamaya başladılar. 

Çocuk kadını da kocasının yanına gömdürdü. Cenazede sadece mezar kazıcısıyla kendisi vardı. Kısacık hayatında; anne  baba sevgisi görmeden büyümeye çalışırken; ona hamilik yapan iki insanı da beklenmedik kadar kısa sürede ve ard arda kaybeden çocuk; insanları giderek daha az sevmeye adeta mahkum olmuştu. Cenazeden dönerken düşünceler kafasında birbiri ardına dönüyordu. 

"İnsanlar vefasızlıklarını yine göstermişlerdi işte. Onlar sadece çıkarlarının peşindeydiler. İnsan ne kadar kadar güçlü ve acımasızsa aralarında o kadar saygı görüyordu..."

O gün hayatının sonuna kadar kimseye muhtaç olmamaya ve insanlara asla güvenmemeye karar verdi. Kalbindeki son iyilik kırıntıları da ölen kadınla birlikte gömülmüştü adeta....

Kuyumcunun mirasına sahip çıkacak yakın akrabası da yoktu, çocuğu da! Bu nedenle kuyumcu dükkanı içindekilerle beraber ona kaldı. Kısa sürede toparlanmış, işlere kuyumcu hayattaymışcasına aynı hırsla sarılmıştı. Böylece hem çalışıp, siparişleri yetiştiriyor hem de insanlardan uzak kalabiliyordu. Onlarla da sadece alışveriş sırasında gereği kadar konuşuyordu. Ne eksik ne de fazla!

Günler böyle geçerken, bir gün; işlemekte olduğu parçaya taş ilave etmek gerekti. Daha önce kuyumcunun çalışma odası olan bu yere, sadece gerektiğinde giriyordu. O gün, çalışma masasının çekmecesine eğilip, iihtiyacı olan taşı aramak üzereyken, masanın yanında daha önce fark etmediği bir kol dikkatini çekti. Bu, dışarıdan görünmeyecek şekilde özenle saklanmış, demir bir koldu. 

Onun ne işe yarayacağını anlamak için merakla merakla asılmış aşağı indirmeye çalışmıştı ama zorlamasına rağmen yerinden oynatamayınca merakı iyice artmıştı. Eline geçirdiği bir başka demir parçasıyla kolu zorlamaya başladı. Uzun süren bir uğraştı ama nafile... Sinirlenmişti... Durup soluklandı ve kola tekrar baktı. Onca zorlamaya rağmen yerinden milim oynamayan kolu aşağıya indirecek başka bir mekanizma olmalıydı. Düşüncelerini yoğunlaştırıken; kolun üzerindeki tahta kısmın oyulmuş başlığı dikkatini çekti. Üzerindeki çark biçimi; demir kolun hemen arkasında, yine demir bir levhanın üzerindeki bir girinti ile bire bir uyuşuyordu.

Hemen kolun üzerindeki tahta tutacağı çevirdi; vida gibi döenrek açıldığını farkettiğinde yüzüne bir gülümseme oturdu. Tahta tutacak birkaç dönme ile  kısa sürede demir koldan ayrılmıştı. Merakla, az evvel gördüğü girintiye, tutacağın üzerindeki çarkı yerleştirdi ve çevirdi. 

Demir levha, hiç zorlanmadan yukarıya doğru döndü ve çalışma masasının ardında; orada oldupu hiç belli olmayan gizli bir kapının gıcırtı ile açılmasını sağladı. Muhtemelen uzun zamandır, hatta aylardır kapalı olmaktan dolayı ağır bir küf kokusu aniden odaya doldu. Öyle ağır bir küf kokusuydu ki, elleri ile burnunu tutmak zorunda kalmıştı. Az evvel açılan kapı; içerisinde ne olduğu görünmeyen karanlık bir odayı açığa çıkarmış;  keşfedilmek üzere onu bekler hale getirmişti...

Hemen etrafına bakınıp bir mum aradı. Komidinin üzerinde neredeyse bitmek üzere olan bir mumun  durduğu şamdanı gördü. Onu yakıp odaya tuttuğunda, ilk önce kapının girişindeki örümcek ağlarını fark etti. Ne kadar çoktular....

Eliyle neredeyse kapıyı kaplamış olan örümcek ağlarını şöyle bir temizleyip, başını eğerek odaya girdi. Mum ışığı odada ağzına kadar dolu olan altın, gümüş eşyalar ve paraların üzerine düştü... Kuyumcu aç kalmaya razı olup, ömrünce bu odayı doldurmak için uğraşmıştı anlaşılan ve şimdi bu servet, onun eline geçmişti...

Binbir sıkıntı ile büyüyen, kalbi küçücük yaşta taşlaşmış bu kimsesiz çocuğun hayatı birden bire değişivermişti. Çok acı çekmişti evet, ama şans artık ondan yanaydı ve bunu ona acı veren insanlara karşı kullanacaktı.

Bir akşam, biraz para vererek satın aldığı at arabasını, içine para ve diğer kıymetli eşyalar bulunan çuvallara doldurmuş; arkasında, onu bir daha anmayacak, ismini dahi hatırlamayan insanlar ve kötü bir mazi bırakarak   bilinmeyen bir yöne doğru yollara düşmüştü.

(Devam edecek)


« Boules de neige »Snow Globe / Etamin Kar Küresi

$
0
0









Snow Globe 
« Boules de neige » à broder au point de croix
"Les Brodeuses Parisiennes"

/"Les Brodeuses Parisiennes"den Mutfak Havlusu Kar Küreleri Serisi


Snow globes are always among the most favorite things for me!
Perhaps for this reason; I immediately wanted to stitch them just at the first sight!
Due to the time problem, I needed to pick one of them and that is the stitching result!

I think you like it as much as I like!

♥Happy stitching♥

*-*

Kar küreleri, hangi yaşta olursam olayım; hep en sevdiğim objeler arasında olacak. Çocukluğumdan beri bu böyle. Gerçi, o zamanlar bizim kar küreleri plastikti ve atraksiyonlu değildi ama kar yağdırıyordu ya, yeterliydi!

"Les Brodeuses Parisiennes' in dörtlü kar kürelerini gördüğümde gerçekten bayıldım. Çok da kıskandım desenleyen elleri - itiraf ediyorum :))İçlerinden en sevdiğimi seçtim ve yaptım.

Bana kalsa kumaştan çıkarıp oynayasım var. O kadar severek yaptım, anlayın işte....

Umarım siz de benim kadar seversiniz .

Hikayeyi bugün biraz uzun tuttuyorum dolayısıyla da yazıyı kısa...

♥Sevgilerimle♥ 



" Herşey Aslına Geri Döner - Devam "


Yaşadığı tüm acı dolu günlerin hatıralarını ve acılarını geride bırakıp yollara düşen gencin yolu nihayet şimdi yaşadığı kasabaya düşmüş, havasını çok beğendiği ve artık yola devam etmek istemediği için buraya yerleşmeye karar vermişti. 


Artık delikanlılığın tüm özelliklerini üzerinde taşıyan genç bir adamdı ve çok parası vardı. Yerleşmeye karar verdikten sonra uzun br zamandır yaşamakta olduğu büyük evi yaptımış, akabinde büyük bir kuyumcu dükkanı açarak parasına para katmaya başlamıştı. 

Kısa zamanda sahip olduğu servetin büyüklüğü ile hedefleri de büyümüştü ve artık sadece kuyumculuk yapmak ona yetmez hale gelmişti. İçinde bastıramadığı hırsı ve yüreğindeki taşlaşma daha da artmıştı. Hep birşeyler eksikmiş gibi hisseden genç adam, hedeflerine ulaşmak için gözünü budaktan sakınmıyordu. Karar vermişti bir kere; bulunduğu bölgedeki tüm insanları kendisine bağımlı hale getirecekti. Böylece bir daha frenleyemeyeceği bir hırsla civardaki bütün iş yerlerini bir bir eline geçirmeye başlamış, daha önce işin sahibi olan insanları yanında çalışmaya zorlamıştı. Çalışmak istemeyenler de kısa süre içinde, üzerlerinde hissettikleri maddi - manevi baskılar ve uğradıkları zararlar nedeniyle kaderlerine razı olmaya başlamışlardı.

Zengindi, yüzündeki o derin yara izlerine rağmen yakışıklı sayılırdı. Ama o, kadınlardan nefret ediyor, kendisine teklif edilen bütün kadınları bir kusur bularak reddediyordu. Evde bir kadın ve çocuk sesi dünyada tahammül edemeyeceği tek şeydi...

*-*

Adam kısa süre için daldığı geçmişin gölgelerinden silkinerek gerçek dünyaya döndüğünde bir zamandır yatağın kenarında oturduğunu farketti. Neyse artık geçmiş çok gerilerde kalmıştı ve şimdi başka sorunlar vardı!

Çok uzun yıllardan, sonra ilk kez kendisinden izinsiz, iki kadının pazardaki meyve ve sebze satışlarıyla çok para kazanıyor olması, insanlar üzerindeki otoritesini sarsacak hale gelmişti. Hem en iyi müşterilerini kapmışlar hem de insanlara kendi başlarına iş yapmaları için cesaret vermeye başlamışlardı. Yıllardır bu civarda kesin olan hakimiyetine vurulan bir darbeydi bu. Can sıkıntısı ağzındaki acı hissini daha da arttırmıştı.

Artık 50’ li yaşlarını sürüyordu ama daha genç görünüyordu. Son zamanlarda fazla yemek içmekten biraz göbeği çıkmıştı ama olsundu. O kadar parası vardı. Elbette bunu gösterecekti. Altın sırmalarla işlenmiş desenleri son derece gözalıcı olan röpdeşambrını giyip, oturduğu yerin yanındaki vişne çürüğü kadife kordona uzandı.

Yatağı maun ağacındandı. Kordonla aynı renkteki kadife perdelere tüller eşlik ediyor, altın işlemeli yatak örtüsüyle, bir tüccardan çok bir kralın yatağını andırıyordu. Oda hem çok büyüktü hem de az eşyayla döşenmişti. Mevcut olan eşyalar, dünyanın dört bir yanından getirtilmişti. Her biri en değerli ve nadir bulunan ağaçlardan yapılmış ahşap mobilyalara, büyük bir şömine ve büyük altın şamdanlar eşlik ediyorlardı. Şöminenin önünde çok ender bulunan beyaz bir kaplan postu serilmişti. Onu bir Asya seyahati sırasında, yasak olduğu belirtilmesine rağmen düzenlediği bir av sırasında öldürmüş, postunu da, ülke yetkililerine büyük miktarda rüşvet ödeyerek evine getirmişti. ‘Herşeyin bir bedeli var’ diye düşündü odada göz gezdirirken.

Sonra bakışları yatağın hemen önünde yatmış olan büyük köpeğe ilişti. Vahşi; gerçekten de adı gibi Vahşi'ydi... Kime, ne zaman saldıracağı belli olmayan ve tüccardan başka hiç kimseden korkmayan köpeği... Onu daha üç  haftalıkken almış ve insanlardan uzak karanlık bir odada büyütmüştü. Kendisinden başka hiç kimseye alışmaması için yemekleri sadece kendisi vermişti. İhtiyaçlarını görmesi için dışarıya çıkartan seyisten başka hiç kimseyi yanına yaklaştırmazdı. 

Geçmişinde olmayan asalet ve ünvanları kendi kendine aldığında; soyluluğunu pekiştirecek son şeyin bir köpek sahibi olması gerektiğini düşündüğü için almıştı onu aslında ve onu hiçbir zaman sevmemişti. Ama işine yarıyordu doğrusu. Kapısına gelip kendisinden para istiyenleri ve borçlarını ödeyemeyenleri korkutmak için dişlerini göstermesi yetiyordu. Bir defasında bir borçlusu para vermek istememişti de onu öyle bir ısırmıştı ki zorla ayırdıklarında bacağının bir parçasını ağzında buldular. Borçlu acı içinde kıvranırken doktora zor yetiştirmişlerdi. Vahşi rengi gibi yüreği de kara ve tam tüccara yakışan bir köpekti.

Kordona uzanıp zili çalmasının üzerinden ancak bir kaç saniye geçmiş olmalıydı. Kapı çalındı. Yaşlı bir kadın üzerinde mükellef bir kahvaltı bulunan büyük bir tepsiyle, ayaklarını sürüyerek içeriye girdi.

Tüccar  ‘ Niye bu kadar geç kaldın, beni aç mı bırakmak istiyorsun?’diye gürledi

Evin tek hizmetçisi, her sabahki gibi hazırladığı ve her an istenir diye sıcak tutmaya çalıştığı kahvaltı tepsisini vaktinde getirmişti aslında. Ama ne yaparsa yapsın evin beyinin ona bağıracağını bilirdi. Ekmeğin biraz sıcak ya da soğuk olması, yumurtanın istediğinden daha az yada çok pişmiş olması, hiç bir şey bulamazsa tepsinin düzenini beğenmemesi bağırmak için birer bahaneydi zaten.

Kadın bu hallere çok alışmıştı.  Tüccar ya başkasına kızmış hırsını ondan alıyordu  veya ters tarafından kalkmıştı. Bu yaşta çekilir şey değildi doğrusu.   Hayatından bıktığı çok olurdu ama evin müştemelatında kıpırdamadan yatan felçli kocasının ona duyduğu ihtiyaç, bu eziyete katlanmasının tek sebebiydi.

Tek çocuklarını, 1,5 yaşındayken hiçbir doktorun teşhis koyamadığı bir hastalıktan dolayı kaybetmişlerdi. Gerçekten de felaket asla yanlız gelmiyordu. Çocuğun toprağa defnedildiği gün kocası felç geçirmişti. Yıllardır yataktan çıkamaz, konuşamaz bir biçimde bakıma muhtaç hayatını sürdürüyordu.

Bu felaketler başına gelmeden rahat bir ömür sürmüş olan kadın bir anda yanlız ve çaresiz kalıvermişti. Ne yapacağını kara kara düşünürken tüccar kasabaya yerleşmeye karar vermiş, kadını da neredeyse boğaz tokluğuna yanına hizmetçi olarak almıştı. O işe girene kadar günlerce aç kalan kadın, başını sokacak bir kulübe ve sert bir yatak karşılığında saatlerce çalışmaya razı olmuştu.  . Yıllar ağır şartlar altında çok zorlu geçmişti. Vaktinden önce yaşlanan ve ölümü hasretle bekleyen yaşlı bir beden kalmıştı o bir zamanların şen şakrak ve hayat dolu kadından geriye.

*-*

Tüccar, önüne konan tepsiye ilk kez dikkat etmemişti. Yumurtanın az pişmiş olmasına da ses çıkarmadı ilk kez. Kafası hala çok meşguldu. Onu başarıya ulaştıran özelliği yine devreye girmişti. Çocukluğundan bu yana bir konuya gerçekten konsantre olursa eğer, o konu çözülene kadar her olasılığı düşünür ve mutlaka uygun bir çözüm bulurdu.

Bir taraftan kahvaltısı ediyor bir yandan da ona rakip olmaya cesaret eden iki kadını düşünüyordu. Kimdi bunlar? Nasıl olurda ona rakip olmaya, işlerine engel olmaya kalkarlardı?


Kahvaltısını çabucak bitirdi. Ne yerse yesin aslında ağzının acılığı gitmiyordu.Bıkkınlık dolu bir ifadeyle tepsiyi kadına doğru iteleyip ‘ Topla bunları ‘dedi. Adamın yüzündeki bu ifade kadına çok aşinaydı. Böyle zamanlarda işini çabuk bitirmeye ve gözönünden kaybolmaya azami dikkat gösterirdi. Çarçabuk tepsiyi alıp, dışarıya çıktığında derin bir oh çekti. ‘Bu hengameyi de atlattık çok şükür’ diye düşündü. 

Tüccar düşünceli adımlarla kısa bir süre odayı arşınladı. derken yüzünde ne yapacağını bilen bir adam ifadesi belirdi. Kısa sürede üstünü değiştirdi. O gün borç para için kapısında bekleyenleri de görmek istemedi. Hergün kapıya gelen bu insanların yüzlerini görmekten nefret ediyordu. Her biri bir hikaye anlatıyordu. Çoğunun aldığı parayı ödeyemeyeceğini biliyordu. O da haklı olarak ellerindekileri borçlarına karşı alıyordu işte. Sonra ağlayan kadınlar ve annelerinin eteğine yapışmış çocuklar. Hiçbiri görmek istemiyordu aslında. Hele çocukları. ‘Bakamayacaksınız niye yaptınız bu çocukları ?’

Köpeği Vahşi, onun farkına bile varmayan bu adamdan sevgi dilenmemeyi çoktan öğrenmişti. Sabah ihtiyacını ancak tüccar çıkınca görebileceği de acı bir çekilde öğretilmişti ona. Sessizce adamın giyinip kapıyı açmasını bekledi ve onunla birlikte iri cüssesinden beklenmeyecek bir çeviklikle odadan çıktı. Bahçede ihtiyacını gördü. Sonra başını dikleştirip hayli uzaklaşmış olan Tüccar’ ın arkasından seyirtti.

Tüccar’ ın evi kasabanın en görkemli yapısıydı.  Bronz giriş kapısı ve arkasında devasa bir bahçe karşılıyordu ziyaretçileri. Giriş kapısından kuğu heykelleriyle süslü mermer bir havuza giden yola sapılır, havuzu geçtikten sonra mermer merdivenlerden evin ana giriş kapısına varılırdı. Büyük bronz bir aslan başının ağzındaki bronz tokmak, abanoz ağacından yapılan, oymalarla süslü kapıda tok sesler çıkarırdı. Evin yaşlı hizmetçisi nerede olursa olsun duyardı bu sesi.  Ana kapıya çıkan merdivenler mermer holün taşları de en pahalı granitten döşenmişti. Akustik bir yapı olduğundan, ökçe sesleri olduğunan daha yüksek çıkar; evin ihtişamına ihtişam katardı. 

Tüccar aceleci ama vakur adımlarla pazara yöneldi. Sabahın bu erken saatlerinde sebzenin ve meyvenin en tazesini bulmak mümkündü.  Üstelik bu iki kadın erken gelip çok kısa zamanda mallarını sattıkları için onları ve mallarını görmeye az zaman vardı önünde.

Pazara girdi. Onu tanıyanlar bir problem olduğunu bakar bakmaz anlamışlardı. Geçtiği yerden sessizce kenara çekilmeyi tercih ettiler. Başka da şansları yoktu ki... Arkadan yürüyen köpek o kalabalığı görünce dişlerini gösterip hırlamaya başlamıştı bile.

İki kadının satış yaptığı tezgaha yaklaştığında, onların yeni gelmiş olduklarını gördü. Beraberlerinde getirdikleri malları tezgaha yayıyorlardı ama şimdiden önlerinde bir kuyruk oluşmuştu. Tezgahın önündeki kuyruğu görünce yüzü karardı, kaşları çatıldı. Hele valiliğin mübayaacısının onu görüp de sinsice gülmeye başladığını görünce kanın tepesine çıktığını hissetti. Bunca yıllık ününün, böyle ne olduğu belli olmayan iki köylü kadını tarafından zedelenmesine izin vermeyecekti.

Onun tezgaha yaklaştığını görenler, sessizce kenara çekildiler. Kadınlar tezgahın önündeki sessizlikten ters bir şey olduğunu sezmişler, işlerini bırakmış karşıdan gelen adama bakıyorlardı. Genç olanı tüccarı tanıdı. Kocası onun mutfak masası ve sandalyelerini yapmış, değil emeğinin karşılığını almak adeta evden kovulmuştu. Parasını uzun süre alamamıştı. Aldığında da eksik almış, bir daha onun siparişini kabul etmeyeceğine yemin etmişti.

Tüccar tezgaha yaklaştı. Tezgahtakilerin, bu güne kadar bu iklim şartlarında yetişmesine alışık olmadığı türden olduklarını gördü. Kafası karıştı. Yoksa bunlar gizlice ticaret mi yapıyorlardı? Eğer öyleyse durum düşündüğünden daha vahimdi. ‘Bunlar burada yetişmiyorsa daha henüz dalından kopartılmış gibi taze olmalarına imkan yok’  diye düşündü. Ama bu şartlarda yetişmeyi üstelik bu kadar olgun olmalarını nasıl sağlamış olabilirler di? Bu işte bir bit yeniği olmalıydı.

Her zaman emretmeye alışmış mütehakkim ses tonuyla, buyururcasına;

-          Bu sebzeler ve meyveler nereden geliyor? diye sordu.

Kadınlardan genç olanı başını dikleştirip, derin bir nefes aldı ve,

-          Bahçemizde biz yetiştiriyoruz.
-          Bu iklimde bunların yetişmesi mümkün değil, nasıl yetiştirebildiniz bunları?
-          Köyümüzün iklimi bunların yetişmesine imkan veriyor,

Kadın bir taraftan Tüccar’ la konuşuyor, bir taraftan içinden adamın bir an önce gitmesini diliyordu. Sezgileri onu yanıltmazdı. Bela geliyordu ve belanın adı Tüccardı.

Aldığı yanıtlar Tüccar’ ı tatmin etmek bir yana merakını daha da kamçılamıştı. ‘Bu işin esas yüzünü mutlaka öğreneceğim’ diye düşündü.

-          Ver bakalım her birinden birkaç adet.....

Kadın bu kadarla kurtulduğuna adeta inanmaz bir ifadeyle bir kese kağıdına ne varsa çarçabucak doldurdu ve Tüccar’ a uzattı. Onun ardında köpeğiyle uzaklaştığını görmek bile içini rahatlatmamıştı.

-          Anne, bu adamın buraya gelmesi pek hayra alamet değil. İşimizi bitirip bir an önce gidelim.

İhtiyar kadında aynı sıkıntıları hissediyordu. Başını salladı. Sıkıntılı bir hava ani bir fırtına gibi yüreklerinden geçmişti. Tezgahın kalabalığının ve pazarın gürültüsünü duymadan işlerini yapmaya çalıştılar. Tek istedikleri evlerinin güvenli ortamına bir an önce kavuşmaktı.

*-*

Tüccar pazardan çıkışta istikametini kasabanın tekin olmayan evine çevirdi. Bütün önemli işlerini danıştığı, bazen gelecekten haberler veya hasımlarının mahfı veya kayba uğraması için yardım aldığı ‘’Kara Hasan’’ın eviydi gittiği.

Kara Hasan, kasabaya Tüccarla aynı zamanlarda gelmiş ve yerleşmiş; 60’ li yaşlarını süren zayıf, gözlerinin altı her zaman mor halkalarla çevrilmiş, sol yanağında üzeri iri siyah tüylerle dolu bir et beni olan, iri kulaklı, patlak gözlü uzun boylu bir insandı. O yaşına rağmen saçlarında hala çok az beyaz vardı. Yüzü asla gülmez, genelde başı eğik olduğu için kaşlarını kaldırarak bakardı. Bu bakışı ona, koyu renkli göz  halkalarıyla beraber oldukça korkutucu bir hava kazandırmıştı. 

Evin dışına çok az çıkar; kimseyle konuşmaz, insanlar da ondan çekinirlerdi. Kinlendiği ya da uğraştığı herhangi birinin bir daha iflah olduğu görülmemişti çünkü. 

Bu adamın evine aleni girip çıkabilen sadece Tüccardı. İstediği saatte ziyaretine gidebildiği için Kara Hasan’ ın evi onun iş yerinden sonra en çok bulunduğu yer olmuştu. Böyle olması işine de geliyordu aslında. İki korkunç güç insanları gerçekten uzak tutuyordu ki bu onun en çok istediği şeydi.  

Tüccar bildik adımlarla eve yaklaşırken, eve ilk yaklaşan insanın duyacağı korku hissine kapılmadı bile. Etrafın kasabanın her hangi bir köşesinden aniden farklılaşan görüntüsüne yerliler çoktan alışmışlardı. Kara Hasan’ nın yerleşmesinden önce kasabanın diğer evlerinden pek farkı olmayan bu yer, Kara Hasan’ ın gelişinden sonra adeta yeni sakininin karekterine bürünmüştü. Önce evin dış boyaları döküldü. Ahşap kısım garip bir bileşimle kaplanmışçasına karardı ve dıştan vuran bütün renkleri soğuran bir havaya büründü. Bu kara renk herşeye öyle bir sirayet etmişti ki, evin bahçesinde bulunan ağaçlar bile bu rengi yansıtıyorlardı. Havada ağır bir koku hissedilmeye de başladıktan sonra,kimse eve yaklaşmaya cesaret edemez olmuştu.

Bu iki adamı bu evde buluşturan  Kara Hasan'ın alşimi bilgileriydi. Ona el veren hocası, ‘öğrendiğin çok kadim bilgilerdir. Bu bilgiler; onlardan kötü amaçları ve hırsları için istifade etmek isteyen insanların sonunu hazırladı, dikkat et fazla hırsa kapılma  yoksa senin de sonunu hazırlar’ demişti. Kimin umurunda... Ne istediğini biliyordu. Onun peşinde uzun zaman dolaştıktan sonra aradığının bu kasabada olduğunu bildiği gün yerleşmişti.  

Hedefini yanlız tüccara açmıştı. Yani bilmesi gerektiği kadarını... Kara Hasan herşeyi altına çevirecekti. Tüccar da bunları paraya... Birlikte dünyanın efendisi olacaklardı. Oysa tüccar sadece araçtı. Onu sırra ulaştırana kadar onun nüfuzundan faydalanacağını biliyordu. Bir gün mutlaka diyordu. Bir gün mutlaka...

Tüccara kapıyı evin her hizmetine bakan orta yaşlı bir adam açtı ve onun geçmesi için geriledi. Ardından hemen kapıyı kapadı ve az ilerdeki kapının ardından kaboldu. Evin holünde yanlız kalan tüccar, adamın tamamen uzaklaştığına kani olduktan sonra  giriş kapısının yanında sarkan zinciri çekti.  Çeker ekmez, bir metra kadar önünde holün zemini üzerindeki bir parça kendiliğinden kenara doğru kaymaya başlamıştı. Kısa zamanda kayan zeminin altından aşağıya doğru inen ve çok hafif bir ışıkla aydınlanmış bir merdiveni çıkmıştı. Tüccar dikkatlice merdivene adım attı ve yavaşça aşağıya doğru inmeye başladı.

Bu iniş hafif nemli ve garip bir kokuyla kaplı olan dehlize gelince sona erdi. Merdivenlere loş bir aydınlık veren ışık buradan süzülüyordu. Aralıklarla dizilmiş olan soluk lambalar göz önünü görecek kadar ışık sağlıyordu.  Buraya hiç alışamayacağım’ diye düşündü dikkatlice adım atarken. Bir kaç metrelik dehlizin sonuna vardığında, tamamen ışıklandırılmış, çeşitli kimyasalların bir araya gelmesiyle oluşmuş burnu yakacak kadar keskin bir kokuya sahip havayla dolu odaya ulaşmıştı.

Kara Hasan, siyah bir cübbe giymiş elinde deney tüpleri ile bazı karışımları hazırlıyordu. Tüccar, birazda rahatlamış adımlarla Kara Hasan’ a doğru ilerleyip onun yoğunlaşmış dikkatini dağıtacak düzeyde bir ses tonuyla;

-          Merhaba, ben geldim.
-          Hıı, hoş geldin.
-          Hala uğraşıyorsun, bir sonuç alamadın mı ?
-          Biliyorsun ki sonuç almak kolay olsaydı, formüle çoktan ulaşılırdı...
-          Biliyorum, biliyorum...

Tüccar, Kara Hasan’ a doğru yaklaştı, elindeki altın renkli sıvıya bakıp,

-          Görüyorum sonuç almaya çok yakınlaşmışsın, belki de doğru formülü oluşturabildin....
-          Bu renk sıvıya ulaşıyorum ama katı hale geçiremiyorum. Zaten bir süre sonra renk bozuluyor ve geriye kırmızı renkli bir sıvı kalıyor.
-          Neyse canım nasıl olsa bir gün olacak....

Kara Hasan biraz da gereksiz gibi görünen bu konuşmadan sıkılmış, konuğun bir an önce gitmesini isteyen bir tavırla sordu.

-     Sahi seni bu saatte buraya getiren nedir? Biliyorsun ki gündüz çalışırken rahatsız edilmekte hoşlanmam.
-   Bugünlerde kasabada hoşuma gitmeyen şeyler olmaya başladı. Senden yardım istemeye geldim.
-      Ne gibi?  Diye sormuştu Kara Hasan, başını yaptığı işten hiç kaldırmadan.

Tüccar elinde tuttuğu meyve ve sebzeleri Kara Hasan’ a doğru çalışma masasının üzerine adeta fırlattı. 

- "Bak bunlara" dedi. Bunlar, bizim buralarda yetişen meyve ve sebzeye benziyor mu?

Masanın üzerine bırakılan meyve ve sebze çeşitleri ve görünümleri, başını yaptığı işten kaldıran adamın gözlerinin fal taşı gibi açılmasına sebep olmuştu. İşte aradığı son ipucu önünde duruyordu.

"Nihayet" diye fısıldadı kendi kendine; nihayet son adıma geldim işte......

"Devam edecek"

Frederick

$
0
0


White dots on him are snow flakes!♥
Oğlancığımın üzerindeki beyaz noktalar kar taneleri oluyor efendim :)


Frederick - A Valentine Day postcard adaptation (based on a German Postcard)
Frederick  - Sevgililer Günü için eski bir Alman kartpostalından uyarlandı.


Detay



6th of January, in our back yard! It was wonderfully snowing!
6 Ocak/ kar yağarken arka bahçemizdeki karı göstermek istedim :)) 



Original Postcard and Pattern / Kartpostalın orjinali ve şablonu 

*-*


FREDERICK


Snowy Pictures from Our Territory / Bizim Buralardan Karlı Fotograflar



Day and Night Snapshots from Bagdat Street / Goztepe
Dün gündüz ve gece Bağdat Caddesi böyleydi 

*-*

Free for you (designed as a pillow chart)
Haftanın şablonu ( Yastık için tasarladım)


"Robin on the Holly Cup"
"Fincandaki Ardıç Kuşu"
"


♥A Happy Weekend♥


♥♥♥
Haberlerin iyi olduğu keyifli bir haftasonu hepinizin olsun..

NOT: .Hikayeyi unutmadım şüphesiz.
Önümüzdeki bir iki gün içinde arka arkaya yayın yaparak tamamlamaya karar verdim.
Viewing all 189 articles
Browse latest View live


<script src="https://jsc.adskeeper.com/r/s/rssing.com.1596347.js" async> </script>