Hello Dear Blogging Friends!
I hope you have a wonderful weekend ! Our weekend is lasting as good as possible!
Just a while ago; Santa, I wrote a story in connection with Santa, holly, a dog and a sparrow . It was posted here once! There were no any related pattern or images at that time!
After a long time, I was looking for a proper illustration, images or inspiration to force me to design!
Then one day, I met the illustration to exactly fits the Old Nicholas of the tale!
I've made its design a couple months ago ( for twice- first was a bit failure) and completed today!
As you may notice I made changed its hollies.
Its tale is in Turkish but through the translation button you can read it in your language too!
Nursun was was very active and industrious in the last week and this weekend!
She's made a number of toys, which you can see below too!
Such activities charge us anonymously in front of the circumstances! No matter what, makes our spirit high !
Have a wonderful new week!!!
♥♥♥
Bundan iki sene önce; yılbaşına doğru, içinde Noel Baba, bir köpek, bir kırlangıç ve hasta bir çocuğun olduğu bir hikaye yazmış ve yayınlamıştım.
Eskiler bilir, hikayesiz etamin yayınlamazdım; o hikaye istisna oldu.
O zamandan, gözüm hikayeye oturacak bir Noel Baba çizimi, resmi ya da fotosu aramaktaydı
Nihayet eski bir çizim; arayışımı sonlandırdı. İlk desen girişimim pek de başarılı olmayınca uzun aylar boyunca kenarda tuttum ta ki ikinci denemeyi yapıp sonucu beğenene kadar.
İşte bu Noel Baba, ikinci desen. Nihayet işledim ve yılbaşına yetiştirdim.
Hikayesi de yeniden aşağıda. Okurken gözünüzde daha bir canlansın istedim; okumayanlar da yeni bir yılbaşı hikayesi diye okusunlar.
Nursun' da hiç boş durmadı; yaptıklarını da paylaştım aşağı da. Burada belirtmem gerekir ki tüm oyuncaklar onun ilk denemeleri. O da ben de kurslara gitmedik (vaktimiz de olmadı) Yani herşey doğaçlama ve hayal gücü.
Bakalım kimin Noel babası kiminkini dövecek- geçecek.
Jüri sizsiniz :D
İçimizdeki sevgi, umut ve samimiyeti hiç kaybetmeyeceğimiz bir hafta olsun dilerim...
♥ Sevgi ve dua ile ♥
♥♥♥
Old Santas and Toys by Nursun/ Nursun' un Noel Babaları ve Oyuncakları
Our Tree with Nursun's toys
We use our old galvanized stairs for this year's Christmas Tree!
Everything including wreath with painted stockings made by Nursun!
May we call a homemade tree? I guess we may!!!
♥♥♥
Bu oyuncaklar ne mi oldu ? Bakın ne oldu!!!!
Boya, badana, tamir-tadilat vs. de kullandığımız lekeli, eski galvaniz merdiven; bu evdeki yılbaşı ağacımız; Nursun' un oyuncakları da dekorasyonu oldu.
Çelenge çorap da boyamıştı; onu da astık; oldu mu sana ağaç!!!
Bence pek de güzel oldu; ne dersiniz???
,
♥♥♥
KÜÇÜK KIRLANGIÇ VE YENİ YIL HEDİYESİ
İşte Keşkül bu!
Aşağıdaki hikayenin ana karakterlerindedir.
Gerçek hayatta, İzmir' de Colette' lerin evinde ve pek çok patili dostuyla yaşıyor.
Son zamanlarda hastalıkları ve ağrılarıyla da boğuşuyor.
Ona dua edin, şifa dileyin e mi???
****************
Çok çok eskiden, çok çok çok uzaklarda; çalışkan insanların ve huzurun hakim olduğu çok güzel küçük bir ülke varmış...
Bu ülkenin çalışkan ve gözlerinin içi gülen insanları; sabahları erkenden kalkar, önce hayvanların yemlerini, sularını verir; sonra da kuzinelerde henüz pişmiş taze ekmek, ormanlardan toplanan meyvelerden yapılmış reçel ve mis gibi tereyağında ibaret kahvaltılarını; yine henüz sağılmış taze süt eşliğinde içer; günlük işlerinin başına geçerlermiş.
Yolda birbirini gören herkes; sevinç ve neşeyle "Günaydın komşum, böyle güzel bir günde tüm işlerin rast gitsin; selametle" diye seslenir ve dudaklarındaki gülümsemeye eşlik eden ıslıklarla yollarına devam ederlermiş...
Ülkenin kristal berraklığındaki dereleri ve gölleri, yemyeşil ormanları ve çayırları her yıl binlerce göçmen kuşu kendisine çekermiş.
Leylekler, turnalar, yaban kazları, pelikanlar, balıkçıllar ve daha yüzlerce çeşit kuş; ormanları, tarla kenarı ağaçlarını, çayırları, gölleri ve akarsuları kendisine mesken edinirmiş.
Göçmen kuşların arasında bir kırlangıç ailesi de varmış.
Bundan tam 5 yıl önce, orman kıyısındaki köyde, köyün çobanın evinin çatısındaki küçük bir aralığı gözlerine kestirmiş ve yavruların rahat büyüyeceği kararını verip; oraya taşınmışlardı. O günden bu yana her yılın Mart ve Eylül aylarını geçirdikleri bu yuvada, her yıl iki tane yavruyu mutlu mesut büyütmeye başlamışlar.
*-*-*
Mart ayı sonlarında dünyaya gelen yavru kırlangıçlardan biri pek bir yaramaz, bir o kadar da meraklıydı. Yumurtadan çıktığı ilk günden itibaren etrafı keşfe çıkmaya yeltenen küçük yavrunun adı, taşıdığı özellikler nedeniyle "Yumurcak "olmuştu.
Gözleri gülen insanların güzel ülkesinde zaman hızla akıp gidiyordu. İçine her türlü renk ve kokunun doluştuğu güzelim bahar ayları, yerlerini yavaş yavaş yaz aylarının sıcak ve uzun günlerine bırakmaya başlamışlardı.
Kırlangıç ebeveynler; aileye yeni katılan yavruların sağlıklı büyümesi ve birkaç ay sonra çıkacakları uzun yolculuğun zorluklarına katlanabilmeleri için hummalı bir faaliyet içindeydiler.Bu nedenle küçük köy evinin çatısından cıvıldaşmalar ve kanat sesleri hiç eksilmiyordu.
Bu ilkbahar yuvaya katılan yeni yavrulardan "Yumurcak" bastırılması mümkün olmayan iştahı nedeniyle, anne ve babasının bitmek bilmez yiyecek uçuşlarından en fazla payı almak için her türlü numarayı, daha yumurtadan çıkar çıkmaz öğrenmişti bile...
Kızkardeşi, Yumurcak'ın aksine çok nazik ve sessiz bir yavruydu. Kardeşinden kalan yiyecekleri yemek için sırasını bekler; genelde küçük yuvanın kuytu köşelerinde çıkacağı uzun uçuşa saklamak üzere enerjisini boşa harcamamak için büzülüp uyurdu.
Yumurcak onun bu sürekli uyuyan hallerine ve sessizliğine şaşırıp kalmaktaydı. Öyle ya; içinde çok sayıda farklı kuş ailesine evsahipliği yapan bu çatının keşfedilecek sayısız köşesi ve tanışılması gereken çok sayıda komşu varken; böyle bir köşeye çekilip uyuklamak neyin nesiydi?
Gözlerinin ayrıntıları seçmeye başladığı ilk dakikalardan itibaren, uzaktan izlemeye aldığı iri bir kuş çok ilgisini çekmekteydi. Gagasını tüylerinin içine gömüp uyuklayan bu kuşun, Bilge Baykuş olduğunu annesinden öğrenmiş ayrıca" Sakın yanına yaklaşma, bizim için tehlikelidir" nasihati ile tembihlenmişti.
Bir diğer tarafta yine gündüzleri çatıdaki tahta bir uzantıya başaşağı asılı uyuyan ve gecenin bastırmasıyla kendini dışarıya atan garip kara yaratığın, Yarasa olduğunu da annesi söylemişti. Annesinden duyduğuna göre o uçan ancak kuş olmayan memeli bir canlıydı.
Yumurcak; hergün öğrendikleri karşısında şaşkına dönerken, duyduğu ve gördüğü herşeyi unutmamak üzere beynine de adeta kazıyordu.
Küçük kırlangıç ve kızkardeşi; ebeveynlerinin, etraftaki bereketli çayırlardan toplayıp getirdikleri yiyeceklerle karınlarını tıka basa doldurup, günden güne büyümeye devam ediyorlardı.
Yumurtadan çıkalı haftalar olmuş; artık tüyleri doğduklarında çıplak olan vucütlarını örtecek kadar oluşmuş hatta artık ilk uçuşa hazırlanmak üzere kanatlarını çıpmaya bile başlamışlardı.
Her doğan yeni gün, bu küçük kırlangıç yavrularını, bir gün evvelden daha da büyümüş buluyordu sevinerek.
Yumurcak, doğasındaki fazla merak ile etrafı dikkatle araştırmaya girişmiş ve doğup büyüdüğü çatı katının hemen her sakini ile tanışmıştı bile...Ancak onun asıl ilgisini; yuvanın bulunduğu tahta çatının üzerindeki budak deliklerinden, artık daha net gördüğü insanlar ve sesler çekmekteydi.
İlk kez bir kaç gün önce yuvadan ayrılıp yanına kadar gittiği büyük budak deliği, ona, bambaşka bir dünyayı ve insanları gösteren sihirli bir pencere işlevi görmüştü çoktan.
Bu sihirli keşfi yaptığı günden itibaren; anne ve babasının yuvadan ayrıldığı ilk andan; ağızları yemek dolu geri döndükleri ana kadar; bu budak deliğinin başından ayrılmaz olmuştu.
Ama gördükleri içinde asıl ilgisini; tam da baktığı deliğin altında sürekli yatan küçük kız çocuğu çekmişti. Uzun saatler boyunca kımıldamadan yatan ve gözlerinden sadece hüzün okunan bu kız çocuğu; tıpkı Yumurcak'ın gözlerini kırpmadan uzun uzun baktığı gibi gözlerini kırpmadan uzun uzun tavana bakıyordu.
Yumurcak, bu küçük kızın da tavana bakarken; kendisini görüp görmediğini ve neler düşündüğünü öğrenmek için dayanılmaz bir istekle kavrulmaya başlamıştı. Ayrıca kardeşleri koşup oynarken neden sürekli yatakta kalmak zorunda oluşunun sebeplerini de bir o kadar merak etmekteydi!
Günlerden bir gün; uzak köşeleri de keşfetme isteğiyle gezinirken, tavan arasının köşesinde; tahta kalasların eğriliği nedeniyle kalan açıklıktan aşağıya daha ne olduğunu anlamadan paldır küldür düştü.
Şaşkınlık ve korku cıvıltılarını önce küçük kız duydu. Yattığı yerden doğrulamayan küçük kız, avazı çıktığı kadar bağırarak, evde bulunan herkesi kısa sürede odaya toplamayı becermişti.
Önce anne geldi koşarak;-“Ne oldu; bir yerin mi ağrıyor evladım?” Küçük kız yattığı yerden doğrulmaya çalışarak – “Annecim, dinle odanın içinde kuş cıvıltıları var ama yardım ister gibi; ne olur onu bul, yaralanmış olabilir, ölmesin” dedi halsizce.
Evin ahalisi küçük odanın her yerini didik didik aradılar ve nihayetinde; odanın köşesinde duran eski bir ceviz sandığın arkasına sıkışmış olan küçük kuşu buldular. Ona bakan anne
– “Çok korkmuş” dedi. –“Bir bakalım bir yerini incitmiş mi?”…
Küçük kuş; sıkışıp kaldığı yerden kımıldayamadığı için onu, olduğu yerden çıkartmak kolay olmuştu. – “Aa bu daha çok küçükmüş; kanatları bile tam oluşmamış; buraya nasıl düşebildi ki?” diye şaşkınlıkla sordu anne, sorusuna bir cevap beklemeden. Kuşu biraz inceleyince, sağ kanadının kırıldığını fark etti. Küçük kuş acıyla cıvıldaşır gibi ses çıkardı ellerinin arasında. Küçücük beden, annenin avucu içinde, korkudan ve acıdan neredeyse görünmeyecek kadar büzülüp kalmıştı. Hasta çocuklara karşı hiç dayanıklı olmayan anne yüreği; onun, elleri arasında çektiği ağrıyı ta en derinden hissetti. Kendi küçük yavrusuna duyduğu acı ve merhamet duygusu; bu kez bu küçük kuş yavrusunun çaresizliği için yükselmiş; boğazına taş gibi oturmuştu.
Etrafına merakla toplanan çocuklarına -“Babanız gelince karar verelim; bu küçük yavru kendi yuvasında iyileşebilir belki ama çok da emin değilim, sanırım biz baksak daha iyi olacak ” dedi.
Akşamın inmesiyle beraber baktığı koyunları sahiplerine teslim eden baba, kendilerine ait koyunları önüne katıp eve gelmişti. Kapıdan içeri girer girmez; çocuklar heyecanla ona doğru koştular. Baba “neler oluyor der gibi” anneye baktı.
Anne kısaca durumu özetleyip; küçük kızın yastığının yanı başına özenle yerleştirdikleri pamukların arasında bitkin yatan kuşu gösterdi. Baba, kısa bir zaman durakladı; bu kadar küçük yaralı bir kuşun kuşun yaşaması neredeyse mucizeydi. Daha tüyleri dahi yeni yeni çıkan bu küçücük yavruya nasıl bakıp nasıl yaşatacaklardı ki? Sonra gözleri küçük kızına ilişti. Eve her döndüğünde bitkinlikten açılmayan gözleri bu kez heyecanla parlıyor; merakla yanı başında yatan küçük kuşa bakıyordu. Baba daha ağzını açmamıştı ki, küçük kız heyecanla – “ Baba, lütfen burada kalmasına, bana arkadaşlık etmesine izin ver” dedi. Küçük kızın yüzüne gelen renk gözlerine inen parıltılar; babanın kararını çabuk vermesine sebep olmuştu. Bundan böyle küçük kuş; kızının odasında, onun yatağında bakılacak ve iyileştirilmeye çalışılacaktı.
Günler günleri kovaladı. Evin ahalisi Yumurcak’ ı beslemek üzere; sabah erkenden bahçeden börtü böcek topluyordu. Toplanan yiyecekleri ezip lapa haline getiriyor ve bir çöp yardımıyla Yumurcak’ a yediriyorlardı. Son birkaç gündür; kuşun yemeklerini küçük kız yedirmeye başlamıştı. Onun için sürekli yatar pozisyondan yana dönüp hareketlenmişti üstelik. Annenin de babanın da kalbi heyecanla atıyordu onu böyle her gördüklerinde. Bu küçücük kuşun gelişi mucize gibiydi. Belki kızları da böyle böyle daha da iyileşebilirdi.
Yumurcak, kanadındaki ağrıların zaman içinde kaybolduğunu, giderek güçlendiğini ve tüylerinin uzadığını anladığında aradan haftalar geçmişti. Aradan geçen zamanda; yukarıdan merakla izlediği küçük kızı daha yakından tanımaya başlamış; zamanının tamamını onunla paylaşmış; cıvıltılarını onun kahkahalarına karıştırmıştı.
İlerleyen zamanla beraber içinde yavaş yavaş oluşan bir dürtü ile artık ayrılma zamanının geldiği kulağına adeta fısıldanıyordu. İç sesi “ hadi Yumurcak, buralarda daha fazla kalamazsın, çırp kanatlarını; yemeğin,suyun ve yeşil otların bol olduğu sıcak bir ülke seni bekliyor” der gibiydi. İçinden yükselen bu duygunun etkisiyle kanatlarını daha da çok çırpmaya başladı bir gün. Sonra yatağın kıyısına kadar gelip kendini aşağıya bıraktı.
Küçük kızın çığlıklarıyla odaya giren anne; küçük kırlangıç yavrusunun, odanın ortasında yerde kanat çırpmaya çalıştığını; ancak yanlış kaynayan kemik yüzünden sağ kanadının işlevsel olmadığını ve bu nedenle küçük kuşun yerden yükselmek için kanatlarını her çırptığında kendi etrafında daire çizdiğini gördü. Elindeki bezi kuşun üzerine atıp kendini yaralamadan durdurdu anne.
Yerden aldığı küçük kuşa – “Üzgünün küçüğüm; sen bu kırık kanatla, ırkının uzun göçüne katılamazsın” dedi. "Küçük kızımın tek arkadaşısın; senin yollarda ölmene izin vermeyeceğim.”
Ancak Yumurcak’ ın genlerinde kodlanmış olan göç arzusu öyle güçlüydü ki sonbaharın ilk günlerinden itibaren son göçmen kuşun sıcak ülkelere göçüşüne kadar onu küçük kafes içinde tuttular. Uçmak için kendini oradan oraya atarsa yaralanmasın diye de içini keçeyle kapladıkları kafesin adresi yine küçük kızın yatağıydı.
Küçük kız; kafesteki tek arkadaşının çırpınmaları ve hüzünlü cıvıltılarını dindirmek için bildiği tüm masalları anlatmaya başlamıştı ona. Masalların heyecanlı yerlerinde Yumurcak’ ın cıvıltıları da artmaya başlamıştı. Tüm huzursuzluğuna rağmen sanki ona anlatılan herşeyi anlıyor ve tepki veriyordu. Küçük kız, kuşun verdiği tepkilerin; anlattıkları ile örtüştüğünü fark etmiş; sonrasında aklına gelen her şeyi anlatmaya başlamıştı zaten.
Evin içinde yaşayanlar; yatak odasından gelen kahkahalarla karışık kuş cıvıltılarını artık kanıksamışlardı. Küçük kız ile kırlangıcın dostluğu da çoktan dilden dile, kulaktan kulağa anlatılmaya başlamıştı bile…
Derken bir gün; yürekleri ve yüzleri güzel insanların ülkesine ilk kar düştü.
Göç zamanı bittikten bu yana sakinleşen kırlangıç; dışarıyı rahat görsünler diye pencerenin yanına çekilen yatağın üzerine çıkıpta yağan ilk karı görünce merak ve heyecanla cıvıldadı. Küçük kız “ Kar yağıyor; artık kış geldi” dedi.
Sonrasında yanında bir dışarıya bir de kendisine bakan kçük arkadaşına, kış ile ilgili bildiği ne varsa bir bir anlatmaya başladı. Kardan adamı, kızakla kaymayı, paten yapmayı, yılbaşını, Noel babayı, bildiği tüm kış masallarını, şarkılarını her şeyi ama bildiği her şeyi anlattı kırlangıca.
Kışın gelmesi ve karların yağmasıyla beraber; baba bütün vaktini evde geçirmeye başlamıştı. Onunla her gün koyun gütmeye giden köpeği Keşkül’ de artık tüm vaktini aileyle beraber evde geçiriyordu.Keşkül, 7’ li yaşlarının ortasını süren; bal rengi gözleri, sarı-beyaz tüyleri ve koca kulaklarıyla çok uysal ve sevecen bir köpekti. Evin tüm çocuklarıyla dosttu ama en çok küçük kızı severdi. Zamanın çoğunu, küçük kızın odasında ve kırlangıç ile geçirmeye başlamıştı. Kısa sürede kırlangıçla çok güzel bir dostluk bağı kurdular; öyle ki Yumurcak yatakta olmadığında; onu buldukları yer Keşkül’ ün tüylerinin arası olmuştu artık.
Yumurcak yoğun bir tipinin dışarıda hüküm sürdüğü bir gün “ Keşkül” dedi.
“ Sen hep dışarılardasın, ben daha bir kez bile dışarı çıkmadım daha. Çok da merak ediyorum kar nasıl bir şey, dışarıda neler var? Beni de yanına alır mısın bir kez?”
–“Dışarısı çok soğuk, donar ölürsün!” dedi Keşkül.
–“ Ağzının içi sıcaktır ve tüylerinin arası da sıcak; beni öyle taşısana bir defa” dedi Yumurcak. –“ Sadece bir defa”
Keşkül Yumurcak’ ın yalvarma cıvıltılarına dayanamadı sonunda ve kimseye göstermeden açık ağzının içinde dışarıya çıkardı onu. İlk kez kendi gözleriyle gördüğü dünyanın güzelliği ve büyüklüğü Yumurcak’ ı büyülemişti adeta. Soğuğun; ağır bir tokat gibi Yumurcak’ ı vurması çok kısa sürmüştü ama. Keşkül, bunu farkedip derhal içeri girmese ölümü an meselesiydi. İri köpeğin ocak kenarına bıraktığı Yumurcak kendine gelir gelmez, tekrar dışarı çıkmanın hayalini kurmaya başlamıştı bile…
Artık yılbaşı çok yakındı. Bir gece yarısı, küçük kız birdenbire çok ağır hastalandı. Yaz aylarından bu yana giderek iyileşme gösteren hastalığı; olanca gücüyle binmişti küçüğün bedeninin üzerine. Gözlerini açmadan; yerinden kımıldamadan günler geceler boyu hareketsiz yatıyordu ve herkes çaresizce onun bir an evvel iyileşmesi için dua ediyordu.
Yumurcak; canı kadar sevdiği küçük kızın bu hallerine çok üzülüyordu. Keşkül’ le kafa kafaya verip uzun uzun konuşur olmuşlardı günlerdir. – “Mutlaka bir yolu olmalı” diyordu Yumurcak; -“Olmalı ama ne?”
Son birkaç gündür evdeki tüm çocuklar Noel Baba’ dan istedikleri hediyelerin listesini yapıyor, kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu konuşmaları dinlerken Yumurcak sevinçle
–“Buldum Keşkül buldum.
-“Noel Baba’ dan küçük arkadaşıma sağlık isteyeceğim”. Madem Noel Baba çocukları sevindirmek için bir gecede dünyayı dolaşabiliyor; bizim küçük arkadaşımızı da iyileştirebilir pekala”.
-İyi de Noel Baba’ yla nasıl konuşacaksın?” diye sordu Keşkül.
– “Çocuklar onun Kuzey Kutbu’nda olduğunu söylüyorlar; orası çok uzak değildir nasılsa, sen beni götürürsün” dedi sevinçle.
Kuşun heyecanlı hali Keşkül’ ü de heyecanlandırmış; küçük kıza ve kırlangıca yardım etmek için içinde dayanılmaz bir istekle yerinde duramaz hale gelmişti.
-Ben bilmiyorum ama çatıdaki Baykuş her şeyi bilir, ona sorabiliriz ” .
Kuyruğunu ve kulaklarını sallaya sallaya koşup geldiği mutfak şöminesinin yanındaki masaya çıkarak, tahta aralarından seslendi;
– Bay Baykuş; yardımınıza ihtiyaç var. Lütfen buraya doğru gelir misiniz?
Usul usul yaklaşan ayak sesleri kesildiğinde tok bir ses duyuldu
–“ Bana mı seslendin Keşkül? Ne istiyorsun?”
– “Evet sizden Noel Baba’ yı nerede bulabileceğimizi öğrenmek istiyoruz. Bu sorunun cevabını ancak siz verebilirsiniz ”
Bir müddet sessizlik oldu; ardından
–“Noel Baba Kuzey Kutbu’nda ama hayal dünyasında yaşar. Onun dünyadaki canlılar tarafından görülmesi ancak çok özel koşullarda mümkündür” dedi Baykuş.
– “Nedir o özel koşullar; bize söyler misiniz ?” .
Baykuş’un tok sesi bir kez daha duyuldu.
–“Fedakarlık”
–“Düşünmeden, sorgulamadan; sahip olduklarını sevdiğin biri için feda edebilmek. İçtenlikle yapılan fedakarlıklar, bizlerin görmediği başka alemlerde parlak izler bırakır. O alemlerde ne zaman parlak bir iz oluşsa; hayal dünyasından gerçek dünyaya bir kapı açılır. Açılan kapıdan melekler ve Noel Baba dünyaya iner. Siz de öyle bir kapıyı açmalısınız ki Noel Baba’yla konuşabilesiniz...
–“Bay Baykuş, bu kapıyı nasıl bulacağız?” diye sordu tekrar Keşkül.
–“O kapı açıldığında gökyüzünde kuzey de ışıkların dansı oluşur kısa süreliğine; işte o ışıkların başladığı yerde kapıyı arayın”......
Onun uzaklaşan ayak seslerine kulak asan Keşkül; arkadaşına dönüp sevinçle
–“O ışıkların nerede olduğunu biliyorum ben; üstelik buraya hiç de uzak değil. Gecikmeden hazırlanalım , bu gece herkesin yatmasını bekleyip çıkarız seninle. Oraya varana kadar tüylerimin arasında, ağzımın içinde sıcak kalırsın merak etme”.
Gece ev ahalisi uykuya çekildiğinde; Keşkül ve Yumurcak; usulca çıktılar evden. Dışarıda dondurucu bir soğuk ve ayaz; zaman zaman esen buz gibi bir rüzgar vardı. Yumurcak; Keşkül’ ün boyun tüyleri arasına sığınmasına rağmen tüylerin içine kadar işleyen soğuktan titremeye başlamıştı.
Ağılın yanındaki çitlerden atlayarak az ilerdeki çam ormanın içine doğru ilerlemeye başlayan Keşkül bir taraftan da arkadaşını soğuktan korumak için omuzlarını ileriye çıkarmış; boynunu olabildiğince içe çekip sıcaklığın sabit kalmasına gayret ediyordu. Arada da –“İyi misin, hava çok soğuk, sen üşüyor musun diye” soruyordu. Küçük kırlangıç, arkadaşının bu gayretini görüp minnet hissiyle –“ Hayır, üşümüyorum, sen devam et” diye cıvıldıyordu.
Ulu çam ağaçlarının içinde ilerlemeye başlayalı hayli olmuştu. Gökyüzünde fenerler gibi göz kırpan yıldızlara bakarak yön tayin eden Keşkül; ormanın içindeki bir açıklıkta durdu. – “İşte burası” dedi. –“ Kapının açıldığı yer burası olmalı. İçimdeki ses bana burada durmamızı söylüyor.. Boynumda üşümüşsündür; ağzımın içi daha sıcak oraya geç dedi arkadaşına"....
Ondan ses çıkmayınca üstelemedi. Tüm dikkati gökyüzündeydi çünkü.....
Gecenin ayazı; içine gömüldükleri karlar ve uzaktan duyulan kurt ulumaları bile Noel Baba ile konuşmak üzere bekleyen bu iki arkadaşı yıldırmıyordu.
Saatler gibi geçen uzun dakikaların ardından, birden bire başlayan derin bir sessizlikle beraber gökyüzü yeşil, eflatun, mor, mavi ve adlarını bilemedikleri sayısız renkle dolduğunda; Keşkül ayağa kalktı. –“Görüyor musun Baykuş’ un söylediği kapı açılmış olmalı; hadi Noel Baba’ yı görmek için kapıyı bulmalıyız” dedi. . İri köpek, kapıyı bulmak üzere bir sağa bir sola koşuştururken; arkadaşından ses çıkmadığını fark edememişti. Şimdi tek amacı kapı kapanmadan diğer tarafa geçebilmekti.
Biraz sonra, uzaktan kızak çanlarının sesi duyulmaya başladı. Keşkül; sesin geldiği tarafa döndü ve az ilerden gelen kızağı fark edip beklemeye başladı. On adet Ren geyiğinin çektiği kızak, tam önünde gelip durdu.İçindeki kırmızı giysili, güler yüzlü yaşlı adam; sakallarını sıvazlayarak ona doğru eğildi.
– “Merhaba Keşkül”
-“Noel Baba, çok sevindim sizi gördüğüme; arkadaşımla beraber sizi görmek ve konuşmak için uzun zamandır bekliyoruz burada”
- Arkadaşın artık yok Keşkül; o gitti! Beni görebilmek için açılması gereken kapı, onun fedakarlığı ve gitmeyi kabullenmesi sayesinde açılabildi çünkü!”
Keşkül duyduklarına inanmamış olacak ki -“Yumurcak, bak Noel Baba burada, konuşabilirsin artık” diye seslenmeye devam ediyordu. Noel Baba, köpeğin boynuna uzanıp; bir müddetten beri kaskatı olan küçük bedeni eline aldı, kırmızı cübbesinin arasına koydu ve sordu.
-“Ölümü pahasına onu buraya sürükleyip benimle konuşmasını gerektiren konu neydi?”
Keşkül, o yaz yaşananları, küçük kızı, çoban ailesini ve isteklerini söyledi Noel Baba’ ya. Kırlangıcın en yakın dostu olan küçük kızı iyileştirmek için ondan yardım istemeye geldiğini de anlattı.
Köpeğin anlattıklarını dinleyen Noel Baba;
- “Küçük bir kız çocuğu için kendi hayatlarınızı hiçe saymış; buralara kadar gelmişsiniz”. Kendi hayatından vazgeçecek kadar birini sevmek, zorluklara rağmen yardım etmeye çabalamak, diğerlerinin ihtiyaçlarını, kişisel ihtiyaçlarından daha öne çıkarmak ve daha az önemsemek bu evrende bulunabilecek en değerli özellikler ve düşüncelerdir. Siz ikiniz, bir insan için hayatlarınızdan vazgeçecek kadar büyük bir fedakarlıkta bulunmakla; dünyaya açılabilecek bütün iyilik kapılarını da açtınız. Bunun için ödüllendirileceksiniz!” .
♥♥♥
Keşkül; Noel Baba’ dan duyduklarının sevinciyle kuyruğunu sağa sola sallamaya; karlar üzerinde dans etmeye başlamışken; ağılın yanındaki çitin kenarında yetişen “Çoban Püskülü' nden” kopup kuyruğuna takılı kalan küçük bir dal da Noel Baba'nın kucağına düştü... Noel baba, kucağına düşen küçük dal parçasını eline alıp, kaldırdı ve "Hımm, evet, tabii ya, neden olmasın? dedi.
♥♥♥
Yılın son günü, sabah güneşi pırıl pırıl bir gökyüzüne doğdu.
Karların üzerinde ışıklar saçarak dans eden güneşin yansımaları da küçük kızın kapalı olan gözlerinin üzerine düştü.
Küçük kız göz kapaklarında dans eden güneş ışıklarının gölgelerine açtı gözlerini ve açar açmaz sevinçle yerinden fırlayıp; -Bugün yılbaşı, bugün yılbaşı” diye bağırdı. Onun zıplayarak yataktan atladığına önce Yumurcak şahit oldu; sonra da Keşkül…
Yumurcak; küçük kızın ardınca gitmeye yeltendiğinde; kullanamadığı kanadında farklı bir güç hissedip çırptı. Onun yerden hızla havalandığını görenler, gözlerine inanamadılar….
Rivayet odur ki; küçük bir kızın hayatını kurtarmak için kendi hayatlarını tehlikeye atan bu iki arkadaş; hediye dağıtmakla görevli Noel Baba’ ya ilk hediyeyi veren canlılardır. Verilen ilk hediye de bir çoban püskülü olduğu için; o gün bugündür Noel Baba’ nın şapkasının kenarında, hep küçük bir Çoban Püskülü dalı bulunur.
İşte o zamandan beri çoban püskülü, yürekten hediye vermenin ne kadar önemli olduğunu hatırlatan sembollerden biri olmuştur….
Yumurcak’ a gelince;
o kışı izleyen ilkbaharın sıcak bir gününde; hayatının aşkına rastladı. Eşiyle beraber her mevsim; bir tanesi mutlaka babasına benzeyen iki yavru büyüttüler ve çobanın eski evinin çatısından hiç ayrılmadılar…