Eliza - Adopted from old Trade Card
Designed and stitched by Nurdan Kanber
*-*
Hello My Blog Friends,
I have stitched one of my pattern too!
I inspired by above old trade card! This card was directly reminded me "My Fair Lady' s Eliza"!
Therefore, I named it "Eliza" on the memory of Audrey Hepburn - one of the most beautiful actresses!
I like the result and hope you like it too!
I wish all of you a colorful and lovely weekend!
♥Happy stitching♥
*-*
Merhabalar,
İlk gördüğüm anda bana Çiçekçi Kız "Eliza" yı hatırlatan bu eski ticari kartvizit; bu tasarımın ilhamı oldu. Çok severek üzerinde çalıştım ve en sevdiğim klasik filmler listesinde yer alan film ve Audrey Hepburn' un anısına da adını "Eliza" koydum.
Bakalım sizler de beğenecek misiniz?
Hepinize renklerle ve mutlulukla dolu bir hafta sonu dilerim.
Sevgiyle,
Its pattern is free for you! Şablonu da bu!
"I could have danced all night" from My Fair Lady ( Audrey Hepburn)
Herşey Aslına Geri Döner ( Devam)
Korku dolu bakışlarımın farkına varan yaşlı kadın uzaktan ‘Seni korkuttum galiba çocuğum. Ama benden korkmana gerek yok’, "Yaklaş" dedi. Biraz çekinerek yakınlaştım. Mavi gözlerinin içi gülerek bakıyordu. Saçları pamuk gibi bembeyaz, yanakları pembe pembeydi. Onu bir an anneme benzettim. ‘Yaşlandığında annemde böyle olacak herhalde’diye düşündüm. Belki bu düşünceden belki de sesindeki billur ahenkden; bilmiyorum, korkum geçiverdi. Yakınlaştım...
-Merhaba, benim adım Itır, yakındaki köyde oturuyorum.
-Merhaba güzel kızım. Benim adım da Pamuk Nine.
-Sizi bu ormanda ilk kez görüyorum. Nerede oturuyorsunuz?
-Aslında ben de senin gibi burada oturuyorum ama benim evim ormanın biraz içlerinde. Yaşlılık ve ağrılarım nedeniyle artık çok fazla dolaşamıyorum. Evim kuytuda olduğu için buralara nadiren gelirim. Köye ve kasabaya inmeyeli de çok uzun zaman oldu. Sen küçük olduğun için beni tanımazsın, ama köy halkı beni iyi tanır. Nerede ve nasıl yaşadığımı bilmedikleri için çoğu da benden çekinir.
-Peki neden ? diye sordum.
-Bunun hikayesi uzundur çocuğum. Sana kısaca özetliyeyim. Ben, oldukça varlıklı bir ailenin kızıydım. Biraz da gelenekler gereği, yakın bir akrabamın oğluyla evlendirildim. Bu evlilik aile servetinin başkalarının eline geçmemesi için yapıldı.Evlendikten hemen sonra bir kızım oldu. Ama yakın akraba evliliklerinde doğan çocuklar maalesef sakat oluyor. Benim kızım da amansız ve çaresiz bir hastalıkla doğdu. Paramız vardı. Dünyanın en ünlü hekimlerini getirttik. Neyimiz varsa harcadık ama derdine derman bulamadık. Kızım 5 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Onun ölümü benim hayatla olan son bağımı da koparttı. Günlerce yemeden içmeden kesilerek yaşadım.
Zoraki bir evlilik yapmış, bana hayattaki tek teselli olan kızımı da çok küçükken kaybetmiştim. Aksi, huysuz, kimseyle konuşmayan çekilmez bir kadın haline dönüştüm zamanla. Bir gün, yaşlı bir kadın kapımıza geldi. Bana ‘ Her acı BİR DERSTİR. Sen gereken dersi almadın. Al bu eski kitabı ve bundan sonra yapman gerekeni yap’ dedi ve gitti.
Kitabı elime aldığımda ‘Tabiatın Mucizeleri’ adlı Latince bir kitap olduğunu gördüm. Çocukken aldığım Latince dersleri sayesinde kitabı okuyabildim. O eski kitabın içinde, kızımın kurtuluşuna da sebep olabilecek pek çok formül vardı. Eğer daha önce elime geçseydi kızım ölmeyebilirdi. Kendi kızımı kaybetmiştim ama başka çocukların yaşaması için bu formülleri uygulamaya karar verdi.
Böylece ormanın kuytusundaki evi yaptırdım. Kitaptaki formülleri, ormandaki bitkileri toplayarak ilaç yapmakta kullanıyorum. Bu güne kadar pekçok insanın hayatını kurtardım. Kızım yaşayamadı ama civardaki bebekler sağlıkla büyüdü. Tüm bunlar olurken ormanın efsanesi işime çok yaradı. Eskiden beni tanımayan pekçok insan, bu ilaçları ormanın perisi getiriyor diye kabul ediyor, ben de sesimi çıkarmıyorum. Kızımın erken ölümü nedeniyle saçlarım vaktinden çok önce ağardığı için, tanıyanlar bana Pamuk Nine de diyorlar. Artık gerçek adımı ben bile unuttum."
Yaşlı kadının anlattığı hikaye neden bilmem beni çok hüzünlendirmişti ‘Sizin için ne yapabilirim?’ diye sordum.
-Artık çok yaşlandım. Bildiklerimi başkalarına da öğretmeliyim. Babanı ve seni uzaktan zaman zaman izledim. Babanın odunculuk yapmasına, rağmen ormanı korurduğunu gördüm. Hep yaşlı veya ölmüş ağaçları kesti. Kestiği ağaçlardaki yuvaları başka ağaçlara taşıdı. Sık dalların birbirine sürtünüp yangın çıkarmasını engellemek, için onları zarar vermeden bu dalları budadı. Böylece küçük ağaççıkların ışık alıp çabucak büyümesine de yardımcı oldu.Senin, baban gibi doğaya karşı tutumun, hayvanlarla kurduğun dostluğu da biliyorum. O nedenle, sana öğreteceklerimi çabuk kavrayacak ve uygulayacaksın. Ayrıca bu bilgiler kötü insanların elinde yanlış değerlendirilebilir.
-Teşekkür ederim Pamuk Nine, büyüyünce sizin gibi insanlara ve tüm canlılara yardımcı olmayı çok istiyorum. Fakat bunun için ailemden izin almalıyım.
-Biliyorum yavrum. Bu nedenle babanla beraber yarın sabah evime gelmenizi istiyorum. Evim, babanın genelde odun kestiği bölgenin az ilerisinde, şelalenin yanında. Kayalar, evimi gizliyor, dışarıdan görünmesine engel oluyor. Şelalenin arkasında saklı bir yol vardır. Baban çocukken o yolu bulmuştu. Hatırlayacaktır. O yoldan devam edin, ev karşınıza çıkacaktır.
Pamuk Nine’ nin kayadan kalkmasına yardımcı oldum. O elinde bastonu ve küçük sepetiyle ormanın içine dalarken, ben de oyalanmadan babamın yanına koştum.
Babamın yanına vardığımda nefes nefeseydim. Bu halim onun biraz telaşlandırdı.
-Ne oldu kızım evde birşey mi var?
-Hayır babacığım merak etme kötü bir şey olmadı,
Bir nefeste az evvel ki konuşmaları aktardım. Babam hiç ses çıkarmadan ve konuşmamı kesmeden düşünceli düşünceli dinledi anlattıklarımı. Bir tarafdan da başını sallıyordu. ‘Akşam evdekilerle de konuşalım kararı ona göre veririz’ dedi.
Bilmiyorum neden o gün bir türlü akşam olmadı. Çocukça bir sezişti belki ama hayatımın değişeceğini hissediyordum. Bu seziş, midemden yukarı yükselerek boğazımı tıkıyor ve nefes alamıyordum.
Babam nihayet baltasını temizledi ve odunları arabaya istiflemeye başladı. Güneş her günkünden biraz daha yüksekti. Anlaşılan eve erken gidiyorduk. Odun istifleme işi bittiğinde arabanın üzerine oturduk ve evin yolunu tuttuk. Yolda hemen hiç konuşmadık. Tuhaf bir sessizlik ikimizi de kaplamıştı. Kendimi biraz büyümüş hissediyordum. Öğreneceklerim, beni akranlarımdan farklı yapacaktı. Hissettiğim; galiba diğerleri arasından seçilmiş olmanın verdiği gurur hissiydi. ‘İnşallah evdekiler hayır demezler’ diye düşündüm.
Eve vardığımızda annem neden erken geldiğimizi merak etmiş kapıya çıkmıştı. Merakla ‘ Hayrola niçin erken geldiniz, kötü birşey mi oldu?’ diye sordu. ‘Üstelik her zamankinden daha az odun kesmişsin’. Babam, annemin sorularını duymamış gibi davrandı. Sessizlik içinde arabayı bahçeye soktu. Annem bana dönüp kafasıyla’ nesi var bunun’ der gibilerinden baktı. Ben de başımı eğdim. Tuhaf bir durumdu bu ve beni biraz endişelendirdi. ‘Ya hayır derlerse? O zaman ben de gizli giderim’ Bu düşünce beni rahatsız etmesine rağmen yine de rahatlatmıştı.
Babam işlerini bitirdikten sonra köy kahvesine gideceğini söyledi ve çıktı. Ben de arkadaşlarımla oynamaya daldım.
Akşam yemeğinden sonra kardeşimle beni erkenden yatmaya gönderdiler. Evimiz küçük olduğu için aralarında ne konuştuklarını duyabiliyordum. Babam, bugün olanlarla ilgili herşeyi anlattı. Köy kahvesinde köyün yaşlılarıyla konuştuklarını da. Aile büyükleri babamın anlattıklarını büyük bir dikkatle dinliyorlardı. Ancak konuşmaların bundan sonrasını dinleyemedim. Yaşadıklarım ve heyacanım beni yormuş, tüm merakıma rağmen göz kapaklarımı açık tutmayı becerememiştim. Böylece uykunun karşı konulmaz istilasına yenik düştüm.
Sabahları bizim evde hayat çok erken başlar. Büyükler gün doğmadan uyanır ve o günün hazırlıklarını erkenden yaparlar. Kardeşim ve ben genelde kahvaltıdan az önce kalkarız. İkimizinde yapması gereken küçük işler vardır. Kardeşim tavuk ve ördekleri yemler, bende eve karşı çeşmeden su taşırım. Bu suyla yapılan çay ve yemekler çok lezzetli oluyor. Çünkü ta uzak dağlardan gelen ve onca yola rağmen soğukluğunu yitirmeyen bir pınar suyu bu. Ninem ekmek yapar, annem kahvaltı hazırlar. Evimizin hiç değişmeyen rutinidir bu. Güneş doğarken bizler kahvaltımızı bitirmiş oluruz.
Gözlerimi sabaha ’bugün önemli şeyler olacak’ hissiyle açtım. Ninemin hazırladığı ekmeğin miş gibi kokusuna, bayram günleri kokusuyla bizi erkenden kaldıran böreğin kokusu da eklenmişti. Yataktan doğrulduğumda annemin en güzel elbisemi yatağımın yanına koyduğunu gördüm. ‘Yaşasın kabul etmişler’ diye bir sevinç çığlığı atıp yataktan fırladım. Odadan fırladığımla kapıda annemle çarpıştım. ‘Teşekkür ederim anneciğim’ diye ona sarılıp yanaklarını öptüm.Küçük testimi alıp çeşmeye koştum. Elimi yüzümü yıkayıp geri döndüğümde babamın da en iyi giysilerini giydiğini gördüm.
Çok zengin bir aile değiliz. O nedenle temiz kıyafetlerimizi bayram, düğün gibi özel günlerde giyeriz. Kahvaltıya oturduğumuzda benim sevincim yüzümden okunuyor olmalı ki herkes bana bakıp gülümsüyordu.
Nihayet arabamıza oturduk. Henüz sıcaklığı geçmemiş olan börekleri bir çıkın halinde kucağıma koyan annem. ‘Sakın dökme, dikkatli taşı’dedi.
Güneşin huzmeleri tepenin ardından yüzüme düşmeye başlamıştı. Yol kenarından ormanın kıyısına uzanan çiçeklerin üzerindeki çiğ damlalarını birer kristal gibi parlatıyordu. Hafif bir sis dalgası yerden yavaş yavaş yükselmeye başlamış, orman yolunu mavimsi bir tülle kaplıyordu. Ağaçların yoğunlaştığı yerlerde sis biraz daha koyuydu. Sanki tülden bir deniz üzerinde yürüyor gibiydik. Etrafımızı çeviren manzara, bir masal ülkesi havası içinde önümüzden akıp gidiyordu. Çiçekler çiğlerin ağırlığından kurtuldukça kokularını daha da belirgin bir biçimde salıyorlardı . Her taraf mis gibi kokuyordu. Büyük bir mutlulukla bu kokuları içime çektim. Babama baktım. O gözlerini yoldan ayırmıyordu ve düşüncelere dalmıştı . Sesimi çıkarmadan etrafı seyretmeye daldım.
(Devam edecek)