It is a Kirsten Schmidt Pattern!
Published on http://kissyeross.twoday.net/ in 2012
Yaprak düzeltildikten sonra....
*-*
Bir Kirsten Schmidt Tasarımı
2012 yılında http://kissyeross.twoday.net/ adresinde yayınlandı.
(Bu fotografı çektikten sonra sol taraftaki çam dalını yeniden işledim. Burada eksik hali ile görülüyor)
This work will be a pillow like as shown above.
I don't wanna wait its completion to share!
I suppose, it will be ready by this weekend!
*-*
Vaktim olduğunda fotograftakini andıran bir yastık olacak
.Büyük olasılıkla bu haftasonu biter; bir sonraki yayında bitmiş halini de paylaşırım.
My Teeny-Weeny ornaments / Mini minnacık Ağaç Süslerim
Last week, I've decided to make such teeny-weeny ornaments to hang our small tree!
A dozen of them have stitched already; last two are ready to complete!
Wanna show, how they look on the tree :)
*-*
Geçen günler içinde, kafama koyduğum ağaç süslerinden yaptım. Çok kısa sürede bir düzine olan
(gecede 3-4 adet olmak üzere) yaptığım işlemeler, kırmızı ağırlıklı küçük ağacımızda çoktan yerlerini aldılar. Aşağıda nasıl olduklarına dair ipuçları var.
PS: It was a rainy week, and therefore photos's quality is really poor!
Havanın koyu ve karanlık olması nedeniyle, resim kalitesi çok iyi değil maalesef!
REINDEER'S PATTERN!
I took my reindeers from above old pattern!
Geyiklerim bu eski şablondan, kar tanesi formu verdiklerim benim uyduruklarım...
*-*
This Week's Free pattern / Bu Haftanın Şablonu
Bu yeşilli hanımefendi de, 1950'lere ait retro bir kartpostaldan uyarlanmıştır.
♥Happy Stitching♥
*-*
Son yayından bu yana yapıp kotardıklarım bunlar..
Bakalım bizim evde gerçekleşen geyik ve kırmızı buluşmasını sevecek misiniz??
♥Sevgiyle♥
HERŞEY ASLINA GERİ DÖNER (devam)
Pamuk Nine, konuklarını, yüzünde büyük bir tebessümle "Hoşgeldiniz evlatlarım" diye karşılarken; baba ve kızı, bu karşılaşmanın ne denli önemli olduğunu, o an için elbette bilemezlerdi.
*-*
Köyün yakınındaki büyük kasabanın aksiliği ve kötülüğüyle tanınan tüccarı, her zamanki huysuzluğuyla uyandı. Alışılanın aksine, oldukça kötü uyumuştu. Ağzındaki acı tat, bir önceki gece fazlaca içtiği içki ve sigaradan olmalıydı. Daha gözlerini açmadan o güne başlamaktan nefret etti. Gerçi çocukluğundan bu yana daha hiç bir gün sevinç hisleriyle uyanmamıştı ki...
*-*
Yoksul bir evin en büyük çocuğuydu o. Alkolik bir baba ve her gün dayak yemekten bıkmış bütün hırsını kendisinden ve kardeşlerinden çıkaran bir annenin elinde büyümüştü. Kendini bildiği günden evde kavga ve dayak eksik olmaz, kursaklarına gidecek bir dilim ekmeği bile zor bulurlardı. Annesi günlerden bir gün açlığa ve dayağa daha fazla dayanamadığını söyleyerek, karşı evdeki genç adamla yoklara karıştı. Bir daha da onlardan haber alınamadı.
Evin büyük çocuğu olduğu için, işsiz alkolik babasının yerine eve para getirme görevi küçük omuzlarına kalmış, bulduğu her işte çalışır olmuştu. Yapmadığı iş kalmadı. Boyacılık, hammallık, seyislik... Daha çok küçük olduğu için bütün bu ağır işler bakımsız bedenini çok yıpratmıştı. İşler ağır olmasına ağırdı da bir de kışın soğuğunda, yazın sıcağında dışarda çalışmak olmasa... Doğru dürüst giyecek bir şeyi olmadığı için kışın soğuktan donar, yazın da güneşin altında derisi kösele gibi olana kadar yanardı.
Bütün bu şartlara rağmen, kazandığı bir iki kuruş babasının içki parasına ancak yeter, genelede aç yatarlardı. Birgün babası, sakladığı parayı bulmuştu da öyle bir dayak atmıştı ki, yüzünde ölene kadar kalacak derin izler kalmıştı ona. O izler ki aynaya her bakışında insanlara olan nefretini hatırlatıyordu.
İki küçük kardeşi bakımsızlıktan öldüler sonunda. Yüreği öyle katılaşmıştı ki ölümlerine adeta sevindi. Böylece bakacak boğazlar eksilmişti.
Doğup büyüdüğü kasabanın en zengini bir kuyumcuydu. Bu kuyumcu, cimriliğiyle tanınan yaşlı bir adamdı. Birkaç aileyi geçindirecek kadar kazanmasına rağmen, kazandıklarını hiç yemez, yoksul bir insan gibi yaşardı. Zayıflıktan bir deri bir kemik kalmış; beli bükülmüş yaşlı bir karısı vardı. Çok istemelerine rağmen hiç çocukları olmamıştı ve bu nedenle her daim, evlerine çıt sesinin dahi yankılandığı derin bir sessizlik hakimdi. Sessizliğin içinde parmak uçlarında yürümeye alışmış kadın adeta kedi gibi süzülür, varlığıyla yokluğu hiç belli olmazdı.
Kuyumcu yaşlanmasına yaşlanmıştı ama parasına kıyıp işlerini gördürecek bir çırak almamak için epey direnmişti. Ta ki birgün hastalanıp dükkanını iki hafta boyunca açamayıncaya kadar... Bu iki hafta içinde eve hç para girmemiş; hastalığının son günlerinde her zamank kısıtlı olarak bulundurdukları erzak da bitince, evde ve işte genç bir insanın varlığının şart olduğuna karar vermişlerdi.
Kuyumcu ayağa kalkar kalkmaz kendine en ucuzundan bir çırak aramaya başlamış, bir tanıdığının tavsiyesiyle gelen küçük çocuğu yanına almaya karar vermişti. Hem az para verecek hem de bütün işlerini gördürecekti. Doğrusu bu çocuğu seçmesindeki esas neden onun gözlerinde gördüğü nefret olmuştu. O yaşta bir çocuğun böylesine nefret dolu olması inanılmaz gibi geliyordu insana. "İnsanlara bu kadar nefret duyması iyi. Hiç olmazsa, arkadaşı olmaz, vaktinin tamamını çalışmaya ayırır" düşünceleri geçmişti aklından.
Gerçekten de hiçbir arkadaşı olmayan, neredeyse hiç konuşmayan bu çocuk; kendisine hangi iş verilirse verilsin kısa sürede herşeyi öğrenmiş, tüm sıkıntı, yorgunluk ve eziyete rağmen de hiç şikayetçi olmamıştı. Üstelik kuş kadar yiyor, işi bitince de yatıyordu...
Babası olduğunu söyleyen bir sarhoş kuyumcuya gelmişti bir defasında. Küçük çocuk kuyumcunun yanında konuşmak istememiş, adamı dükkandan çıkarmıştı. Dışarı çıkar çıkmaz, o yaştaki bir çocuktan umulmayacak bir kuvvetle adama vurmuş ha vurmuştu. Sonra da hiçbirşey olmamış gibi işinin başına geçmişti.
Sarhoş uzun bir zaman kımıldamadan yatmıştı da öldü zannetmişlerdi. Sonra da sürüne sürüne gitmişti. Onu bir daha oralarda gören de olmamıştı...Aradan bir zaman geçmiş; küçük çırak her geçen gün daha fazla gelişme göstermiş, umulandan çok daha kısa sürede usta haline dönüşmüştü. Parmaklarındaki incelik ve yetenek; başta kuyumcu olmak üzere herkesi çok şaşırtmaktaydı.
Günler ayları kovaladı, Hastalıklı bir bünyesi olan kuyumcu, bir sabah masasının başında yığılıp kaldı. Doktor geldiğinde artık yaşamıyordu. Zayıf bünyasi ve kalbi, daha fazla dayanamanıştı. Yaşarken huysuz, geçimsiz olması ve üstüne cimriliği nedeniyle; ertesi gün sade bir törenle yapılan cenazesine, kasabadan hemen hiç kimse katılmamıştı
Koyu ve yağmurlu bir gündü. Cenaze töreninden eve döndüklerinde kuyumcunun gözü yaşlı karısı, ağlamaktan bitap bir şekilde yatmış bir daha uyanmamıştı. Neden öldüğü belli değildi, Ard arda yaşanan bu beklenmeyen ölümleri, eve aldıkları çırağın uğursuzluğuna bağlayan kasaba halkı;hayatı yeterince zor olan içe kapanık bu çocuğu hemen ve tamamen dışlamaya başladılar.
Çocuk, kadını da kocasının yanına gömdürdü. Cenazede sadece mezar kazıcısıyla kendisi vardı. Kısacık hayatında; anne baba sevgisi görmeden büyümeye çalışırken; ona hamilik yapan iki insanı da beklenmedik kadar kısa sürede ve ard arda kaybeden çocuk; insanları giderek daha az sevmeye adeta mahkum olmuştu. Onca yük bir anda omuzlarına yığılan çocuk, mezarlıktan dönerken düşünceler kafasında birbiri ardına dönüyordu. İnsanlar vefasızlıklarını yine göstermişlerdi işte. Onlar sadece çıkarlarının peşindeydiler. İnsan ne kadar kadar güçlü ve acımasızsa aralarında o kadar saygı görüyordu..."
O gün hayatının sonuna kadar kimseye muhtaç olmamaya ve insanlara asla güvenmemeye karar verdi. Kalbindeki son iyilik kırıntıları da, ölen kadınla birlikte gömülmüştü adeta....
Kuyumcunun mirasına sahip çıkacak yakın akrabası da yoktu, çocuğu da! Bu nedenle kuyumcu dükkanı içindekilerle beraber ona kaldı. Kısa sürede toparlanmış, işlere kuyumcu hayattaymışcasına aynı hırsla sarılmıştı. Böylece hem çalışıp, siparişleri yetiştiriyor hem de insanlardan uzak kalabiliyordu. Onlarla da sadece alışveriş sırasında gereği kadar konuşuyordu. Ne eksik ne de fazla!
Günler böyle geçerken, bir gün; işlemekte olduğu parçaya taş ilave etmek gerekti. Daha önce kuyumcunun çalışma odası olan bu yere, sadece gerektiğinde giriyordu. O gün, çalışma masasının çekmecesine eğilip, ihtiyacı olan taşı aramak üzereyken, masanın yanında daha önce fark etmediği bir kol dikkatini çekti. Bu, dışarıdan görünmeyecek şekilde özenle saklanmış, demir bir koldu.
Onun ne işe yarayacağını anlamak için merakla merakla asılmış aşağı indirmeye çalışmıştı ama zorlamasına rağmen yerinden oynatamayınca merakı iyice artmıştı. Eline geçirdiği bir başka demir parçasıyla kolu zorlamaya başladı. Uzun süren bir uğraştı ama nafile... Sinirlenmişti... Durup soluklandı ve kola tekrar baktı. Onca zorlamaya rağmen yerinden milim oynamayan kolu aşağıya indirecek başka bir mekanizma olmalıydı. Düşüncelerini yoğunlaştırıken; kolun üzerindeki tahta kısmın oyulmuş başlığı dikkatini çekti. Üzerindeki çark biçimi; demir kolun hemen arkasında, yine demir bir levhanın üzerindeki bir girinti ile bire bir uyuşuyordu.
Hemen kolun üzerindeki tahta tutacağı çevirdi; vida gibi dönerek açıldığını farkettiğinde yüzüne bir gülümseme oturdu. Tahta tutacak birkaç dönme ile kısa sürede demir koldan ayrılmıştı. Merakla, az evvel gördüğü girintiye, tutacağın üzerindeki çarkı yerleştirdi ve çevirdi.
Demir levha, hiç zorlanmadan yukarıya doğru döndü ve çalışma masasının ardında; orada olduğu hiç belli olmayan gizli bir kapının gıcırtı ile açılmasını sağladı. Muhtemelen uzun zamandır, hatta aylardır kapalı olmaktan dolayı ağır bir küf kokusu aniden odaya doldu. Öyle ağır bir küf kokusuydu ki, elleri ile burnunu tutmak zorunda kalmıştı. Az evvel açılan kapı; içerisinde ne olduğu görünmeyen karanlık bir odayı açığa çıkarmış; keşfedilmek üzere onu bekler hale getirmişti...
Hemen etrafına bakınıp bir mum aradı. Komidinin üzerinde neredeyse bitmek üzere olan bir mumun durduğu şamdanı gördü. Onu yakıp odaya tuttuğunda, ilk önce kapının girişindeki örümcek ağlarını fark etti. Ne kadar çoktular....
Eliyle neredeyse kapıyı kaplamış olan örümcek ağlarını şöyle bir temizleyip, başını eğerek odaya girdi. Mum ışığı odada ağzına kadar dolu olan altın, gümüş eşyalar ve paraların üzerine düştü... Kuyumcu aç kalmaya razı olup, ömrünce bu odayı doldurmak için uğraşmıştı anlaşılan ve şimdi bu servet, onun eline geçmişti...
Binbir sıkıntı ile büyüyen, kalbi küçücük yaşta taşlaşmış bu kimsesiz çocuğun hayatı birden bire değişivermişti. Çok acı çekmişti evet, ama şans artık ondan yanaydı ve bunu ona acı veren insanlara karşı kullanacaktı.
Bir akşam, biraz para vererek satın aldığı at arabasını, içine para ve diğer kıymetli eşyalar bulunan çuvallara doldurmuş; arkasında, onu bir daha anmayacak, ismini dahi hatırlamayan insanlar ve kötü bir mazi bırakarak bilinmeyen bir yöne doğru yollara düşmüştü.
(Devam edecek)